KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM
Bir başkadır benim köyüm:
Daha bir yeşildir çimeni, kırmızı renk, kırmızılığını kırlarındaki gelinciklerden alır; papatyalar, “işte sarı ve beyaz renk, bu.” dedirtir seyredene!
Sevgili Cengiz Şen’in büyük bir ustalıkla çektiği ve köşektaşımızın bilgi sunum sitesinde yayınlanan eşsiz resimleri zevkle ve hasretle izliyoruz.
Ya 50 yıl önceki köyümüz?
Bütün bir yıl su akardı Öz’den, kavak ve söğütlerin hemen altından: Bir iki yerde göllenirdi akan su ve yazları orada çimerdik arkadaşlarımızla, hem de her gün.
Çayırlıktı Özdeki dere, atlar örklenirdi ot ve çimenleri yayılsın diye.Yazları da romanlar gelir ve çadır kurarlardı.
“Cingan” denirdi bizim yörede Romanlara ve köyümüzün bakır kaplarını onlar kalaylardı: Çocukken merakla seyrederdik; körükle yakılan ateşin erittiği kalayla, bakır kapların ışıl ışıl beyaza boyanmasını.
Özgürlüklerine düşkün olduklarından mıdır nedir, hep ilgimi çekmiştir Romanlar! Leyleklerin yuvası vardı, Kör Çeşmenin hemen altında bulunan Osman Amcanın evinin önündeki söğütte. Öğle sıcağında gölgesinde otururdu yaşlılar.
Kör Çeşmenin her iki oluğundan da akardı su: Biri gürül gürül öteki biraz daha az. Haftlarında atlar sulanırdı ıslık çalınarak...
Tek oluğu vardı orta çeşmenin.
Ben, 7-8 yaşlarında iken bir ara sapsarı akmaya başlamıştı suyu. Babalarımız, su yolunu yukarı doğru kazdılar. Çeşmenin kaynağı, Hüseyin Amcaların (Bılhıların Hüseyin. Küçük Gelinin eşi) evinin önündeydi. Çevredeki “Basma”ların (Kışın yakılacak kermeleri yapmak için, büyükbaş hayvan dışkılarının biriktirildiği açık alan ) suyu kirlettiği tespit edildi ve gerekli önlemler alındı.
Bardaktan boşanırcasına yağardı yağmur ve Öz’den, sel nedeniyle zor geçilirdi karşıdan karşıya. Ben, Büyük Derenin taştığını bile gördüm gözlerimle! Ne akılsa, arkadaşlarımızla seyretmeye gitmiştik seli! Kontrolsüz ve delice akardı bulanık su.
Erozyonla taşınırdı toprak çok uzaklara, bilemediğimiz uzaklara.
Harap değildi o zamanlar karşıdaki ve Kızıltepedeki bağlar.
İki tane değirmeni vardı ve “hak” alırdı değirmenci: Öğüttüğü buğdayın kilesi başına un alırdı yani.
Bazen zor çalışırdı değirmen: Çapı 1-1,5 metre kadar olan bir daireye (Değirmenin bir parçası ) urgan sarılır ve 7-8 kişi urganın boşta kalan ucunu çekip döndürerek çalıştırmaya çabalarlardı.
Sığırları ve koyunları gütmesi için çoban tutulurdu. Onlar da güttükleri hayvan başına hak alırlardı. Ayrıca, çobanların giyeceği kürk ve keçe alımı da köye aitti.
Sabah, güneş doğmadan götürülürdü sığır yayılacağı yerlere ve akşam dönerdi köye. Dönen sığırı mezarlığın yanında karşılar, eşeklere biner ve yarış yapardık aynı yaştaki arkadaşlarımızla.
Koyun sürüleri öğleyin gelirdi evlerimize, koyunların başlarını tutardı çocuklar; analarımız rahatça sütünü sağsın diye.
Tek tük keçi de vardı bazı evlerde. Bizim hiç olmadı. Daha belirgin olduğundan mıdır nedir, hayret ederdik süt dolu memelerini nasıl taşıdığına!
Çoban tutulmaz, kuzuları çocuklar güderdi; kuzuya benziyor olmalarından olsa gerek. Sabah erken götürülürdü yaylıma kuzular. Bohçalara yiyecek koyardı analarımız ve sararlardı belimize: Bel, en zayıf yeridir bedenin! Eğer soğuksa yiyecekler, elde taşınırdı çıkın.
Harman Yerinde, Derin Derede veya dağın eteklerinde otlatırdık kuzuları.
Doğa; çiğdem, çalık, papatya ve gelinciklerle kaplıydı; dostumuzdu doğa ve kardeş gibiydik güttüğümüz kuzularla.
Bir keresinde, Fedai (Çelebi) ile kuzuları Derin Dereye götürmüştük. Bizim için, o yaşlarda dimdik olarak algılanırdı derenin her iki yamacı.
Kuzular yayılıyor, biz de yukarıdan aşağıya doğru kayıyorduk derenin yamacından. Aşağıya kadar ilk kez kayıp da tekrar kaymak için yukarıya doğru çıkarken gözlerimize inanamadık! Tekrar denedik, doğruydu gördüklerimiz. Derenin karşı yamacına geçtik ve aynı şekilde kaydık yukarıdan aşağıya doğru ve orda da aynı şeyleri gördük: Derenin her iki yamacı da göbelek (Mantar) kaynıyordu.
Biz kayarken, toprak da hafifçe kaydığı için; üzerleri açılmıştı dere yamacındaki göbeleklerin!
Zehirli değildi göbelekler: Şapkasının altındaki renkten tanırdık, siyah değildi rengi. Önce çevremizdekilere sonra da köye haber saldık.
Akşam, o kadar lezzetliydi ki analarımızın pişirdiği göbelekli bulgur pilavının tadı!