O yıllarda Akif Hoca, Abdullah Hoca ile Rüstem Hoca, bana çok sık uğrar, felsefe ağırlıklı ve nitelikli sohbetler yapardık. Yapmış olduğumuz bu sohbetler sonrası, ortaya bir sessizlik çöktüğünde, umutlu bir beklentinin heyecanıyla gözüme bakıp, ut çalmamı ve şarkı söylememi beklerlerdi. Onları kıramaz, Selahâttin Pınar’dan, Yesari Asım Arsoy’dan, Semahat Özdenses’den, Hüseyin Coşkuner‘den şarkılar söylerdim. Beni dinledikten sonra mest olduklarını, dinlendiklerini söylerlerdi. Hatta Akif Hoca, bana her defasında, “Beni dilhun(*) ediyorsun, Kâzım!” derdi. Hepsi de çok duygulu, çok içli insanlardı. Akif Hoca ile Abdullah Hoca’nın, bana her gelişlerinde, mutlaka çalıp söylememi istedikleri bir şarkı vardı. İşte o şarkı, Yesari Asım Arsoy’un bestelemiş olduğu “Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır.” adlı şarkıydı. Akif Hoca da, Abdullah Hoca da, bestekârın bu şarkıdaki muhatabının, bir kadın, bir sevgili değil, evren ile onun yaratıcısı olduğunu söylerdi. Seçkin bestekâr Yesari Asım Arsoy’un bu şarkıda, “Ben bu evrene de, içerdiği her şeye de aşığım! Benim en büyük aşkım, bu evren ve onun yaratıcısıdır! (**)” demek istediğini ısrarla dile getirirlerdi. Daha sonra yapılan birçok araştırmada onların bu gözlemini doğrulayan kanıtlara ulaşıldı. İletişim kanallarının henüz gelişmemiş olduğu o yıllarda böylesi bir gözlemi nasıl edinmişlerdi, hâlâ merak ederim. Şöyle bir düşünüldüğünde aşk, gerçekten kutsal bir sevidir. Onu sadece, gerçekten hakedene vermeliyiz! Onu, ona uygun olan, ona yaraşır olan seviyede tutmalıyız!
Ut çalmak, şarkı söylemek amacıyla çok sık uğradığım bir başka mekan da, müzik, doğa ve zamanla bütünleşmeyi bilmiş gönüllerin buluştuğu Gumbaz’ın Ali’nin odasıydı. Ta gençlik yıllarımda o odaya çok sık uğrar, orada toplanan müziksever köy halkına ut çalar, şarkılar söylerdim. O odada bulunmaktan, oradaki insanlarla birlikte olmaktan huzur duyar, keyif alırdım. Bana bir insan gösterin ki, kendini dinleyenler karşısında sesinin yankılandığını duymaktan, dinleyenleri derinden etkilediğinin farkına varmaktan hoşnut olmasın...
Oda sahibi Ali Uçar ile oda sakinleri Akif Cesur, Abdullah Çetin, Hacı Mehmet Yıldız, Yusuf Çelebi, Süleyman Çelebi, Mehmet Çelebi, Yusuf Seyfi, Abdurrahman Koca, Selim Şahman ve hatırlayamadığım daha birçok insan, ne kadar çalarsam çalayım, ne kadar söylersem söyleyeyim, yeter artık demezlerdi. Aynı odada bir yaz akşamı farkında olmadan dört saatin üzerinde durmaksızın ut çalmış, şarkı söylemiştim. Müzik sefası bitip de insanlar dağılmaya başlayınca, Mehmet Çelebi kulağıma eğilerek, “Kâzım, dört saati geçkin bir süre çaldın!” demişti. Anlaşılan o ki, o gün, o güzel ortamda, dinleyenler beni, ben de dinleyenleri coşturmuş, zaman su gibi akıp gitmiş, fakat ben farkına varamamıştım.
Kelimelerle anlatmayı beceremediğimiz duygu ve düşüncelerimizi ancak tınılarla, seslerle, yani müzikle anlatabiliriz. Müzik, ruhu önce okşar, sonra sağaltır! Bu iri deyişteki gerçek, insanların kalplerindeki kiri ve pası müzikle arındırmasında yatmaktadır. Müzik dinleyen insanın yüreği kir ve pas tutmaz. Dahası müzik, sese biçim verir, devinim verir, dili geliştirir, diksiyonu düzgünleştirir! Müziğin olduğu yerde kin, kavga, suskunluk, miskinlik ve korku olmaz! Tüm bunların aksine, dostluk olur, muhabbet olur, cesaret olur, ışık olur, coşku olur, aşk olur!
(* ) Dilhun: Pek dertli olan; yüreği kan ağlayan.
(**) Yaratıcı: Her alandaki kadirliği ile hayranlık yaratan, üstün meziyetlerine gıpta edilen, eşi benzeri olmayan, en üst derecedeki varlık.
Anılar ve anlatı: Musa Kâzım Yalım l Yazıntılar ve birişim: Lütfullah Çetin l 5 Nisan 2012.
Kâzım Hoca’mızın bir döneme ait olan anılarını içeren bu yazı, kendisinin anlatımı sırasında tutulan yazıntılar ve bu yazıntılara yapılan birişim sonrası genişleyerek yukarıdaki halini almıştır! Fotograflarıyla bu yazıya zenginlik kazandırmış olan Özcan Antike, Necdet Şen ile Mehmet Erbil'e çok teşekkür ederiz!
kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası