Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam2
Toplam Ziyaret747141
Köşektaş Hikayeleri
 
 
Boynu Kravatlı
Celalettin Ölgün

Kimi öyküler çok sık okunduğunda ya da dinlendiğinde,
insanda bir bıkkınlık yaratır; kimi öyküler ise
şiddetli etkiler, derin izler bırakır!
kosektas.net

Kimi yerde “aptal” deseler de, kendileri biz aptal değil, “abdalız!” derler. Aslında kendi tanımları doğrudur. Çalgıcılık yaparak geçimlerini sağlarlar, kalender insanlardır. Çalgıdan geldikleri günü dolu dolu yaşarlar, eğlenirler, diğer günler ise yarı aç yarı tokturlar. Kendi aralarında ara sıra kavga etseler de, başkalarına zararları olmaz. Her kentte, onların toplu yaşadıkları mahalleler, semtler vardır.

1950’li yıllara değin kayıtsız, yurtsuz yaşarlarken, devlet, Hacıbektaş abdallarını asimile yoluyla eritmeyi düşünmüş olmalı ki, her köye üç aile yerleştirilmesini zorunlu kılmış. Anlatılanlara göre: Son yıllara değin zurnacı Külebi usta, düğünlerde davul oynatan Ferzi usta, Hallik usta, Köşektaş nüfusuna kayıtlılarmış. Sonradan hepsi de Hacıbektaş’a ya da Kırşehir’e yerleşmişler.

Hangi köyün nüfusuna kayıtlı olduğu bilinmeyen zurnacı Kemal usta da Köşektaşlı sayılır. Köyde olsun, dışarıda yaşasın, tüm Köşektaşlıları bilir. Köyün tamamına yakınının düğünlerinde o ve ekibi çalgıcılık yapmış, çocukların tümünü o sünnet yapmıştır. Sağlamcıdır; yeni doğan erkek çocuklar, nüfus kayıtları yaptırıldıktan sonra, onun defterine de kaydedilir. Zaman, zaman oğlan babasına: “Ne oldu, güççük ağa büyüyor mu?” diye, sünneti anımsatır.

Kız bitirme, nişan gibi merasimlerden haberi olur, oğlan tarafını her görüşünde, düğün zamanını sorar. Kısaca işinin takipçisidir. Kemal usta, doğruluğunun, cana yakınlığının yanında, aydın bir insandır. Çocuklarına sadece kendi işini yaptırmamış, hepsini okutmuştur da. Oğullarından öğretmen, banka memuru olanlar vardır.


 Fotograf: Suavi Cesur

Kemal ustanın öğretmen oğlu lisede okurken, kendi gibi şakacı olan anası, oğluna her gün takılıyormuş; “Şuna bak, şuna, okula gidiyor! Yarın, Neşet gibi saz çalan adam olacak değil ya, boynu gravatlı eşşek olur!" “Şuna bak, şuna, boz davulu duvara asıp da, utanmadan okula gidiyor.” Kadın, öbür oğlanı da zaman zaman sıkıştırırmış: "Şu sazı iyi öğren, çal, Neşet gibi adam ol! Öğrenmezsen, seni okula gönderir, okutur, öğretmen yapar, köy, köy süründürürüm!"

Diğer kimi yargıları yanlış olsa da, doğruluk payı olan yargıları da var.

Bilgi: İlk kez 21 Mart 2005 tarihinde yayınlanmış bir öyküdür.

Kemal Usta: Kemal Süle, 1934 yılı, Adana/Kozan, Hacımirza köyü doğumludur. 1936 yılında babasıyla birlikte Sivas'ın Şarkışla ilçesi, Alakilise köyüne, oradan da, 1953 yılında, Hacıbektaş'a göç etmiştir. (Bilgi: Suavi Cesur).

Kız Bitirme: Söz kesme.

Köşektaş Kayası III

KÖŞEKTAŞ SÖYLENCESİ

Lütfullah Çetin


Köşektaş Köyü, bulunduğu coğrafi konum itibarıyla; vaktiyle ortasından şırıl şırıl pınarların aktığı söylenen bir bölgenin hemen tepebaşındadır. Ancak bölgenin günümüzdeki doğal bitki örtüsü tamamen bozkır görünümündedir. Bu bozkır görünümünün, vaktiyle bölgede geniş yer kaplayan ormanların yok olmasıyla oluştuğu anlatılır. Günümüzde bölge, Türkiye’nin orman açısından en yoksul bölgelerindendir. Ağaçlıklara ancak bölgeyi kuşatan alçak tepelerin alt kesimlerinde ve su boylarında rastlanır.

Eskiçağlarda taşımacılık, yük hayvanlarıyla yapıldığından, hem çok yavaş, hem çok pahalı, hem çok güç hem de çok tehlikeli bir işmiş. Her babayiğidin yapabileceği bir iş olmayan taşımacılık, bölge koşullarına en iyi şekilde uyum sağlamış hayvanlarla, korkusuz ve cesaretli insanlar tarafından yapılırmış.

Köşektaş’ta yıllardır anlatılagelen bir söylenceye göre, su ve yeşil zengini  Köşektaş’a yakın bu bölge, develeriyle taşımacılık yapan kimselere, tüccarlara, konaklama ve dinlenme bakımından, çok cazip gelirmiş.

Günlerden bir gün bir tüccar yüklü deve kervanıyla yola çıkmış. Epey bir yol aldıktan sonra Köşektaş’ın altbaşındaki pınarlı ve bol sulu alana varmış. Develeri de, kendisi de aç, susuz, yorgun ve uykusuzmuş. Develeri yemledikten ve suladıktan sonra, kendisi de yemek yemiş, su içmiş, namaz kılmış ve uykuya yatmış. Biraz uyuduktan sonra kalkmış. Yeni ve uzun bir yolculuğa çıkacağı için develerin yem ve su tedarikini yeniden yapmış. Tam hareket edeceği sırada, bir deve ile yavrusunun kervan içerisinde olmadıklarını farketmiş. Zaman kaybetmeden aramaya koyulmuş. Dağ dememiş, taş dememiş, aramış ama bulamamış. Sanki yer yarılmış, deve ile yavrusu içine girmiş. Tüccar, kayıp deve ile yavrusundan umudunu kesmiş olacak ki, hemen oracıkta diz çökmüş ve Tanrı’ya el açmış; kervanı terkeden deve ile yavrusunun bulundukları yerde ‘taş’a dönüştürülmelerini dilemiş. Tüccar’ın bu dileği Tanrı katında kabul görmüş olmalı ki, deve ile yavrusu bulundukları yerde taş oluvermişler.


Bilgi: Yıllardır anlatılagelen ve herkes tarafından bilinen bu söylence Lütfullah Çetin tarafından yazıya yansıtılmıştır.


Ramazan Çelik’in yıllardır anlatılagelen Köşektaş Adı ve Köşektaş Kayası ile ilgili söylencelerden etkilenerek yazmış olduğu uyaklı kafiyeli iki dörtlük:


Kervan konaklamış, salmış deveyi,
Karış karış adımlamış ovayı,
Bulamamış köşek ile deveyi,
Çaresizlik el açtırmış yolcuya;

Taş olup kalmış köşek ile deve,
Anlatılır durur dilden dile,
Aşık Ramazan'a kulak ver hele,
İhtişamı ile adın Köşektaş.


Kervan: Bir yerden bir yere yolcu ve ticaret eşyası taşıyan yük hayvanı katarı.
Tüccar: Ticaret yapan, ticaretle uğraşan kimse; tacir.
Söylence: Hayali hikaye.
Köşek: Deve yavrusu.
İhtişam: Görkemli, gösterişlilik, gözalıcılık, büyüklük.


Yukarıdaki iki dörtlükten oluşan tekerlemeyi sitemize gönderen sayın Ramazan Çelik'e çok teşekkür ediyoruz! kosektas.net


 


Yorumlar - Yorum Yaz
Saya Oyunu

KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM 
VI- Saya Donatma
Şair Dr. Salim Çelebi


Çok uzun bir zamandan beri yazıya yansıttığı anı ve hatıralarıyla, periyodik olarak gerçekleştirdiğimiz güncellemelerimize renk, içerik ve farklılık katan, Köşektaş ve yöresine yönelik bilgi hazinesini zenginleştiren şairimiz Dr. Salim Çelebi'ye, bu uğurda sarfettiği emeği ve çabası için çok teşekkür ederiz!

kosektas.net

Amerikan Bezinden dikilme iç köyneklerimiz vardı. (Fanila. Ayrıca, kazağa da fanille denirdi ya.)

Bitlenirdik, özellikle de kışın. Kafamızda ve iç köyneklerimizin dikiş yerlerinde bulunan bitleri, analarımız; iki başparmaklarının tırnakları arasında çıtır çıtır ezerek öldürürlerdi!

Bitler çok fazla ise, giysilerimiz şöyle bir ateşe tutulurdu. Yanan bitlerin cızırtısını kulaklarımızla duyardık!

Kartopu oynardık arkadaşlarımızla ve kayardık da eğimli yerlerden.

Ayağımızda lastik ayakkabılar vardı ve iskarpin çok az çocuğun ayağında bulunurdu. Babalarımız çorapların üzerine mes giyerlerdi.

Çatal şeklindeki lastik sapanlarla, basmada eşelenen serçeleri vurmaya çalışırdık!

Yerelması ve daha uzun süre bozulmadan korunabilmesi için toprak altına gömülen pürçüklü (Havuç) ve turp iştah açardı kış günleri.

Köyümüz üzümlerinden yapılan pekmez, verdiği enerjiyle karlı günlerin, vazgeçilmez besiniydi.

Akşamları, kermeyle yakılan sobanın gövdesine ve borularına; dilimlenmiş gumpür (patates) parçalarını yapıştırarak pişirirdik.

Saya donatılırdı şubat ayında: Köyün delikanlıları bir araya gelir, içlerinden altı - yedi kişiyi seçip farklı kılıklara büründürerek ev ev dolaşırlardı. Farklı isimleri vardı rol alan kişilerin: “Arap”tı birinin adı ve yüzü tava’nın isiyle kapkara boyanmış bir durumda olurdu. “Köse”ydi bir diğerinin adı: Üzerinde hayvan postundan yapılma bir giysi bulunurdu.

Anımsayamıyorum diğerlerinin isimlerini!

Saya donatanlar; bulgur, tere yağ ve ekmek toplarlar ve köyün tüm gençleri kendi aralarında pilav pişirerek yerlerdi.

Sayanın kökeni ve içerdiği anlam konusunda birçok sav ileri sürülmekte...
Köyümüz ve çevresinde; saç ve sakalı çıkmayan erkeklere “köse” denilmektedir. Ve yine saya donatanlar, sütten elde edilen tereyağ toplamaktadırlar. Bu nedenle ben, koyun karnında yünlenmekte olan kuzuların, bolluk ve bereketi için yapılan seramoni olarak değerlendiriyorum sayayı.

Dört - beş yaşlarındaydım. Yusuf amcam ve Hasan amcamın da ortak olduğu Massey Harrıs marka bir traktörümüz vardı. Köyümüzdeki tarlalar bittikten sonra, çalışmak için Çöl taraflarına giderlerdi. (Sadık köyünden daha öte tarafta bulunan tarlalara “çöl” denirdi.)

Köyümüzden çoğunun oralarda da (çölde) tarlaları vardı. (Komşu köylerin ta ötesinde Köşektaş’ın tarlalarının olması beni hep “aceba niye?” diye düşündürmüştür. Sanıyorum köyümüzün kökeni için iyi bir araştırma konusudur da.)

Kar ve kışın bastırmasıyla babamlar köye dönmüş, fakat traktör kar ve çamurdan dolayı tüm uğraşlara rağmen bir türlü çıkarılamıyordu köye.
Traktör, köyümüzün altındaki değirmene yakın bir yerde kalmıştı.

Kız kardeşim daha yeni doğmuştu, gidip müjdelememi söylediler. Dam boyu kar kaplı olduğu için her taraf, çığır açmışlardı. O çocuk halimle düştüm yola. Babamlar Salih Amcanın dükkanında oturuyorlardı.

Dükkanlar, sadece alışveriş yapılan yerler değildi o zamanlar; aynı zamanda oturulup sohbet edilen yerlerdi de.

Müjdeyi verdim ve karşılığını da aldım babamdan tabi: 15 kuruş. Biri on kuruş, diğeri beş kuruş olmak üzere iki madenî para.

Elimde paralarla oynarken ikisini de düşürdüm! Elimden yere düştü ve yuvarlanarak gitti paralar.

Utancımdan söyleyemedim hiç kimseye!

Bunca yıl geçmiştir aradan, fakat benim için en büyük para; kaybettiğim o 15 kuruş olmuştur hep!

Köşektaş'ta Dört Mevsim l VI - Saya Donatma l Şair Dr. Salim Çelebi