Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam161
Toplam Ziyaret754844
Korku ve Ahlak

Korkuya dayalı ahlak, ahlak mıdır?
Anıl Talat Eryontuk

Tarih boyunca bir arada yaşayan insanları toplum haline getiren, aralarındaki yazılı olmayan kurallar, bağlar, ilkeler, dil becerileri ve duyarlılıklardır!

Bu bağlamda insan ilişkileri ilk sırada gelir.

Bu ilişkileri derleyen, yönlendiren, usul ve düzen getiren ana konu ise ahlaktır.

Ahlak üzerine sayısız yazılar yazılmış, makaleler yayınlanmıştır.

Lakin Mustafa Kemal’in ahlak üzerine söylediği "Tehdit esasına dayanan ahlak, bir fazilet olmadıktan başka güvene de lâyık değildir!" sözü tüm yayınların üzerindedir benim için.

Ahlak, insan ilişkilerinde “iyi” ya da “doğru” yahut “kötü” ya da “yanlış” olarak adlandırdığımız değer yargılarını ifade etse de özünü bir türlü kavrayamadığımız bir sırdır aslında…

Bu sırrı çözmek ise vicdanımızı hassas teraziden geçirmekle mümkün.

Peki ülke olarak son yirmi yıldır bu teraziyi nasıl kullandık?

Hiç kendimize bu soruyu sorduk mu?

Yani biz kişi,  kurum ve makamlardan yahut inancımız gereği uhrevi hayattan çekindiğimiz için mi doğruyu görmemize rağmen sustuk ya da görmek istemedik.

Yoksa, ahlaklı değil, korkak olduğumuz için mi?

Tüm mesele bunun altında yatıyor aslında.

Mesela hükûmeti devletle özdeşleştirerek hükûmet politikalarına getirilen tüm eleştirileri devlete yapılmış gibi bir algı oluşturanlara, eleştiri sahiplerini devlet karşıtı bir yere konumlandıranlara ve vatan hainliğiyle eş değer bir zeminde değerlendirenlere yıllarca göz yumduk.

O zaman bizler korkak mıydık yoksa ahlaklı mı?

Yahut uzun yıllardır iktidarda kalmak uğruna demokratik bir yaklaşımı benimsiyor gibi yapanlara, daha sonra rövanşist bir üslup benimseyip, bunu din ve milliyet gibi kavramlarla süsleyerek halkını biz ve öteki olarak ayrıştıranlara, kutuplaşmanın zeminini legalleştirenlere neden sustuk acaba?

Bu acımasızlığa karşı sustuysak korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?

Ülke sınırları içinde farklı, ülke sınırları dışında farklı şizofrenik politika izleyen bir cenahın sürekli vurguladığı tehdit algısının aslında gerçek olmadığını bile bile buna inanmak istedik.

Neydik biz o vakit korkak mı yoksa ahlaklı mı?

Hukukun üstünlüğü kavramı ülkemiz siyasetinde iktidarın üstünlüğü olarak algılanırken, birçok dava siyasal olarak görülüp, vicdanlarda derin bir yara bırakırken, insanlar suçsuz yere hapiste çürürken hiç sesimizi çıkarmadıysak söyleyin lütfen korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?

Ülkemiz anayasasında var olan, güçler ayrılığı ilkesiyle tescillenen yasama, yürütme ve yargı erkleri iç içe girmiş ve birbirini denetlemekten uzaklaşmış ise ve devlet işleyişi bizzat sorun üreten bir kurum haline gelmişse biz halen mantıken izahı olmayan bir sav olan ”tüm suçlu muhalefet” dediğimizde korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?

İktidar yargıyı, kendisinden olmayanları sindirmek ve cezalandırmak için kullanırken, muhalefeti iktidarın denetleyicisi değil de düşmanı olarak isimlendirirken buna göz yumduysak korkak mı olduk yoksa ahlaklı mı?

Ülke ciddi bir ekonomik kriz içinde, halk konut ve yol inşaatı gibi döviz getirmeyen ve rant olgusu yüksek olan projeler ile kandırılırken, uluslararası sermaye maalesef ülkemizden kaçmış, enflasyon artmış, cari açık ise giderek büyümüşken ülkeyi bu hale getirenler yerine muhalefeti hedef alıyorsak korkak mı oluyoruz yoksa ahlaklı mı?

Tüm bu yaşadıklarımız şunu gösteriyor ki son yirmi yılda faydalı bir iş yaptığımızda bizi sevindiren; kötü bir şey yaptığımızda da bizi üzen, bizi iyiye, doğruya ve güzele sevk eden, kötülüklerden alıkoyan iç sesimizi kaybetmişiz.

Yapılan kötülükleri görmezden gelerek adeta bizi insan yapan, yanlış yapmaktan koruyan bekçimizi göz ardı etmişiz.

Ve şimdi bunun bedelini de misliyle halk olarak ödemekteyiz.

Korkuya dayalı ahlak, ahlak mıdır? l Anıl Talat Eryontuk l 7 Şubat 2023

Maniler

 M A N İ L E R

HAZIRLAYAN VE SUNAN

Celalettin ÖLGÜN

Anonim halk  edebiyatı ürünlerinden en yaygın  olanlardan birisi de “Mani” lerdir. Bulgur, tuz çekme, nohut, mercimek, ekin yolma imeceleri, ve düğün gibi kadınların bir araya geldiği topluluklarda söylenen manilere örnekler vermeye çalışacağız.

Her türlü insan ilişkileri arasında  aşk, hasretlik, gurbet acıları, kıskançlık, kırgınlık ve doğa olaylarını işleyen manilerde ilk iki dize bir bakıma duygu, düşünce ve hayalin girişini oluşturur ve dinleyen yada okuyanın ilgisini çekmeye yarar. Üçüncü ve dördüncü dizeler asıl konuyu anlatır. Ender olarak dört dizenin bütünü duygu, düşünce ve hayali anlattığı da olur.

Manilerin içerikleri pek ender durumlarda onların kullanılmasını gerektiren olaylarla ya da işlerle ilişkilidir. Her ne denli söyledikleri ortama, duruma, yerlere, koşullara göre kümeleştire biliniyorsa da bir manide görülen öğelerin bir kısmı başka bir manide de görülüne bilinir.

(1979-1982  yıllarında derlenmiştir.)

1-Gelin, kaynana maniler: Genelde atışma biçiminde olup birbirlerinin özürlerini açığa çıkaran özellikler taşır.

 GELİN                                       KAYNANA

          1                                                        2

Bahçeden söktüm lahana                         Dam üstünde mağara

Kıydım koydum sahana                            Felek gözün ağara

Ölüm hiçte gelmedi                                 Ben sana ne ettim

Kaldı bizim kaynana                                Muhtaç ettin şu zağara

 

            3                                                     4

Kaynanayı ne yapmalı                             Karları eritirim

Kaynar kazana atmalı                             Suları yürütürüm

Kaynanana yandım dedikçe                      Senin gibi gelini

Altına odun atmalı                                  Küllükte ürütürüm

 

            5                                                     6

Kişe tavuğum kişe                                  Yedi dağın  kengeri

Avluya gölgen düşe                                Ye dönderi dönderi

Kaynanam tuzak kurmuş                          Bizim gelinin altında

İnşallah kendi düşe                                Yok oturacak minderi

........................

            45                                                 46

Camilerin ezanı                                       Kar yağar ipek gibi

Kaynanamın düzeni                                  Dökülür kepek gibi

Cinler beni yelliyor                                   Ne ürüyon orada

Çal başına Kazanı                                    Zincirli köpek gibi

 

            47                                                 48

Harmanda nohut kaynana                        Dam başında yatıyor     

Oğluna okut kaynana                             Yel yorganı atıyor

Sana veriyom on para                            Öte git be coz gelin

Kefenini dokut kaynana                           Kemiklerin batıyor

 

            49                                                 50

Irafa koydum kutu                                 Sus be gelin

İçinde çörek otu                                    Soluğum bitti

Kaynanam sıçan boku                             Hep hastasın da

Oğlu cevahir topu                                  Gebermedin gitti


 


 




Yorumlar - Yorum Yaz
Ahlak Nedir?

AHLAK NEDİR?
Doç. Dr. Şafak Nakajima

İçimizde doğuştan var olan bir sezgi mi, zamanla öğrenilen dini ya da seküler kurallar/yasalar bütünü mü, yoksa toplumun bize yüklediği beklentiler mi?

Çoğumuz yaşamlarımızda olabildiğince “doğru olanı” yapmaya çalışırız. Ama bu doğrular kime göre ve neye göre şekillenir? Bazen yasaya uyan birinin aslında adaletsiz davrandığını hissederiz. Bazen de bir kuralı çiğneyen biri, içimizde vicdani bir karşılık bulur ve yaptığını onaylarız. Çünkü vicdanla yasa her zaman örtüşmez.

Bu noktada “etik” kavramıyla da karşılaşırız. Ahlak, bireyin iç dünyasından beslenen ve çoğu zaman aile, kültür, inanç gibi etkenlerle şekillenen bir değerler sistemidir. Etik ise daha çok sistemli ve evrensel ilkelere dayanan kurallardır. Bu ikisi her zaman örtüşmeyebilir. Yani bir davranış etik açıdan doğru olabilir ama bireyin içsel ahlaki pusulasına uymayabilir ya da tam tersi. Ancak ikisi de insanın karar alma sürecinde yol gösterici olabilir.

Lawrence Kohlberg, ahlaki gelişim kuramıyla tanınan bir bilim insanıdır. Ahlaki kararlarımızı verirken belirli aşamalardan geçtiğimizi savunur. Bu aşamalar, deneyimle, sorgulamayla ve seçimle şekillenir. Her birimiz bu yolculukta farklı bir yerde dururuz. Kimi zaman ahlaki gelişimin erken bir aşamasında takılıp kalabiliriz (bu bilgiyi lütfen aklınızda tutun; çünkü yazının sonunda kendinize soracağınız sorularda işinize yarayabilir).

Konu daha iyi anlaşılabilsin diye örneklerle ilerleyelim:

Bora altı yaşındayken annesiyle gittiği markette gözü bir çikolataya takılır. Annesinin almayacağını bildiği için tam elini uzatıp gizlice alacakken annesinin bakışıyla durur. Onun için çikolatayı çalmak değil, yakalanmak kötüdür. Davranışını belirleyen şey ceza korkusudur.

Zamanla Bora başkalarına yardım etmeyi öğrenir ama yaptığı iyiliğin karşılığını bekler. Sınıf arkadaşına ödev verir çünkü okul çıkışı onun yeni bisikletini denemek ister. Doğru davranış, onun için ne kadar işe yaradığına bağlıdır.

Ergenliğe yaklaştığında Bora için başkalarının gözündeki imajı daha önemli hale gelir. Annesine nazik davranır çünkü onun gözünde “iyi çocuk” olmak ister. Öğretmenlerinin takdirini kazanmak, arkadaşları tarafından sevilmek onun için değerlidir. Kahramanca davranışlar sergileyerek arkadaşlarının gözünde saygınlık kazanmayı hedefler. Ahlaki kararları, başkalarının onayına göre şekillenir.

Bora yetişkin olduğunda toplumun kurallarına daha sıkı bağlanır. Trafikte kimse yokken bile kırmızı ışıkta bekler. Çünkü kuralların, düzenin temeli olduğuna inanır. Yasa artık bir zorunluluk değil, toplumsal yapının dayanağı olur. Bu noktada etik ilkelerle bireysel ahlak arasında yakın bir bağ kurulabilir. Bora için artık sadece “cezadan kaçınmak” değil, toplumsal yararı düşünmek de önemlidir.

Ancak hayat her zaman kurallara göre işlemez. Bora doktor olur. Kliniğinde ölümcül bir hastalığı olan ve yaşam destek ünitesine bağlı yaşlı bir hasta vardır. Hasta konuşamamakta ama ailesi, hastanın daha önce “bu halde yaşamak istemediğini” defalarca dile getirdiğini söyler. Aile, yaşam destek ünitesinden ayrılmasını ve artık acı çekmemesini ister.
Tıbbi etik kurallar, hastanın yazılı onayı olmadan yaşam destek ünitesinin kapatılmasına izin vermez. Mesleki etik, hekimi bu müdahaleden alıkoyar. Ancak ailenin verdiği bilgiler ona inandırıcı gelir. Vicdanı, bu sürecin sonlandırılmasının daha insanca olacağını fısıldar. Bora için artık belirleyici olan sadece yasa ya da meslek ilkeleri değil; merhamet, insan ve hasta hakları gibi evrensel değerlerdir.

Bazı insanlar ahlaken daha da derin bir vicdani noktaya ulaşır. Bora çalıştığı özel hastanede ilaç alımlarında usulsüzlük olduğunu fark eder. Durumu öğrenen çoğu kişi sessiz kalmayı seçer. Kimisi “karışma, başını belaya sokarsın” der. O ise yönetimin tepkisinden, meslektaşlarının dışlamasından ve kariyerinin zarar görmesinden korkmadan harekete geçer. Kurum içi şikâyet mekanizmalarını kullanır, kamuoyunu bilgilendirir. Bu karar ne yasal bir zorunluluktan ne de kişisel kazanç beklentisinden kaynaklanır. İçinden gelen güçlü bir sorumluluk duygusu yön verir ona. Vicdan artık dışarıdan dayatılan bir kontrol değil, içeriden yükselen bir rehber olur. Bora işini kaybeder ama içi rahattır.

Hemen hemen tüm dünyada, insanların ahlaki gelişim sürecinde din önemli rolü oynar. Bora’nın ailesi de dindardır. Küçük yaşta ona çikolata çalmanın günah olduğu öğretilir. Başlangıçta ahlak, Tanrı’nın hoşnut olup olmamasına bağlanır. Bu, davranışı şekillendirir ama henüz içsel sorgulama başlamamıştır. Zamanla birey dini içselleştirirse, ahlaki gelişimle inanç arasında güçlü bir bağ kurabilir. Merhamet, sabır, adalet gibi değerler yalnızca inanç sisteminin değil, insan olmanın da temel taşları haline gelir.
Ancak bir başka gerçek daha vardır. Tarihte sayısız örneği olduğu gibi, dinin adı kullanılarak en büyük vicdansızlıklar da işlenebilir. İnsanlar baskı altına alınabilir, susturulabilir, dışlanabilir, hatta öldürülebilir. Din, sorgulanmadan yaşanırsa vicdanı beslemez, bastırır. Bu da ahlaki düşünceyi saptırabilir, hatta yok edebilir.

Ahlak, gördüğünüz gibi, ödül ve cezayla başlayan, insan bilinçlendikçe vicdani değerlere ulaşan bir yolculuktur.

Peki bizler, gerçekten benimsediğimiz değerlere mi inanıyoruz, yoksa bize ezberletilenleri mi tekrarlıyoruz? Ahlaki kararlarımızı verirken hangi sesi dinliyoruz? Korkularımızı mı, alışkanlıklarımızı mı, yoksa evrensel değerleri savunan vicdanımızı mı?

Bazen gözümüzün önünde bir haksızlık yaşanır. Bazen biri bize güvenerek sessizce yardım ister. Bazen kalabalıklar susarken bir ses olmamız beklenir. O anlarda biz ne yapıyoruz? Sessiz mi kalıyoruz, yoksa iç sesimize mi kulak veriyoruz?

Doç. Dr. Şafak Nakajima