Çabalama, sen bilemezsin sevgili!
Suçun değil senin, yaşamadın ki oralarda bilebilesin;
iyisi mi okuma sen bu şiiri!
Tuhaf gelir sana ilk kez duyacağın sözcükler,
okuyacakların senin sözlüğünde yok ki!
Otobüste gördün seyahat ederken belki
belki de TV de seyrettin
ama varlığını hissetmedin, hissettirdin!
Sen bilemezsin sevgili,
içi kerpiç, dışı taş
ve kalınlığı yarım kulaçtır evlerin duvarlarının:
Yağız atların kişnediği “Han Duvarları” gibi!
Üstü çatısız
odalarının çoğu kapısız
ve tüm sokakları
doğadan alır sağlamlığını:Toz, toprak ve taş.
Bolluk ve bereketin adıdır
doğduğum köyüm, Köşektaş:
Anadolu’nun, ana dolu köylerinden biri...
Sen anlayamazsın sevgili,
hayran olduğun papatyaların en gözdesi
gülümseyerek göz kırpar,
menekşelerin en moru açar
ve kuzu güdülür kırlarında çiğdem ve çalık toplayarak
üstelik de çıkın belde ve yalınayak!
Her bahar akşamı
sevinçle karşılar köye yaklaşan sürüyü çocuklar
ve kucakta taşınır yeni doğmuş kuzular.
Müjdelenir,
fakat yoktur ki versin kuzu sahibi para:
Birkaç yumurta
veya buğday alınır bir urupla:
Toka, firkete veya sakız alır müjdeyi veren kız;
şeker, bisküvi veya balon alır oğlan...
“Garip” denir yabancıya,
korunur, gözetlenir;
garipleri vardır uzaklarda
hasret çekilir Almancıya!
Kış gelir, köşger gelir;
okuntu gelir, köçek gelir;
bahar gelir, nalbant gelir.
Kunnar atlar
karabaş kuzular otlar
yayılır davar
ballanır arılar
ve koşulur tay.
Yazın bir başkadır kışın bin başka!
Töngü yapılır kurumuş yoncadan,
ekinler gelmiştir artık aşka
özenle bilenir; bıçak, orak, tırpan.
Baharla şaha kalkar tabiat.
Firik ütülür, fiy toplanır;
kangal ve kenger toplanır
ve gelinciklerle süslenir keliler.
Yağmazsa yağmur ve başlarsa kıtlık
inan ki onlar da en az senin kadar öfkelenirler.
Önce açılır bağdaki her bir çubuğun gözü
sonra bellenir boydan boya;
sevgili,
yiyebilmek için üzümü doya doya
örnek almak zorundadır herkes birbirini.
Erotiktir
her akşam taşsız külle ve özenle yıkanır lamba şişesi
ve her zaman konuklara ayrılır
odaların en baş köşesi.
Adıyla çağrılır her bir koyun, tavuk, inek;
yedi renge boyanır koçlar
ve öküz koşulur kağnıya, arabaya at veya eşek.
Evrilir, çevrilir, yoğrulur emek:
Tarlada yığın
meydanda düğün
koyunda yün
ve sofrada öğün olur.
Yaba elde
tınaz savrulur hafif esen yelde,
bir yanda “ceç” bir yanda saman;
kaşınır ve “el aman” der samanı tırmıkla toplayan!
Şayet samanın çoksa ve koyacak yerin yoksa
tek çözümü vardır bunun, loda:
Konik konik
ve üstü toprakla örtük
saman dolu yan yana onlarca oda!
Kış bastırmadan
çorak getirilir at arabasıyla ta yirmi beş kilometre öteden,
serilir dama; lolanır
ve tek tek temizlenir damdaki her bir çörten.
Hayret etme sevgili,
malamat olmamak için konu komşuya
çok çalışmalıdır herkes “birbiri gibi!”
Otuz yıl kadar önce
iki ilkokulu ve bir de ortaokulu vardı
ve her sabah öğrenciler okula
koltuk altlarında kitap ve kerme taşırlardı.
Tezek değil, kerme götürülürdü okula:
Büyükbaş hayvanların doğal dışkısıdır tezek
ve yazıda
sürünün otladığı yerlerden toplanır tek tek.
Oysa büyük başların dışkısından yapılır kerme
ve taşınarak ahırdan geçgereyle; kurtulur, sobada yakılır.
Mıh derler koyun ve keçininkine;
samanla karıştırılır, saçma olur ve tandırı ısıtır:
Yufka, kömbe, bazlama yapılır...
İnan ki sevgili,
ölene dek damağında kalırdı
keşke sen de benim gibi yiyebilseydin giliği!
Şıralarla dolup taşar teştler,
bağ bozumudur mevsim
harlanır ocakta ateşler;
kavuştuğu toprakla
kaynar, pişer ve pekmezleşir şıra.
Sızgıt veya tike denir kavrulmuş ete
ve saklanır, kışın yenir
muhtaç olmamak için muhannete,
bildiğin gibi değil
çok lezizdir sızgıt, çabuk tükenir.
Dam başında
kaymak kurutulur sinilerde, tarhana sapta;
ne getireceği belli olmaz kışın
yokken hiç hesapta
aç ve açıkta kalabilir horanta!
Aylarca sürer kışa hazırlık,
hedik olur kazanda kaynatılan buğday
ve didik didik dövülür sokuda:
Dört delikanlı
karşılıklı ve hep aynı sırayla savururlar tokmağı:
Zedelenir buğday taneleri;
düğürcük olur, bulgur olur, aş olur.
Önce, taşından tek tek temizlenir dövülen hedik
ve sonra da kepeği savrulur.
Her gece
imece düzenler farklı bir evde
ve bulgur çeker genç kızlar:
Ezerler minik iki değirmen taşı arasında hediği,
imeceyle bulgur çekme; önemli günlerdendir
yeni yetmelerin dört gözle beklediği!
Türküler yakılır, mâniler söylenir
ve “kele kız...”la başlayan
deyişlerle
“siniye koyulur” birbirini seven kız ve oğlan:
İlan edilir aşkları
ve kem gözle bakamaz artık o kıza başkaları.
Bahar beklenir kışın
ve heyket anlatır yaşlılar tandır başında:
Isınmak için sımsıkı sarılır dinleyenler tatlığa
çünkü daha aylar vardır
“kör olasıca” dört gözle beklenen ırgatlığa!
Damla damla damıtılır torbada yoğurt
ve yayıkla ayranlaşır,
bağlanmıştır ağzı
zarar veremez yitik hayvanlara kurt.
Bizim orda da baş bağlanır:
Sıkma baş, sarkma baş, takma baş değildir yapılan:
Hani sever de birbirini
tutkudan
közlenir ya kız ve oğlan,
sözlenir ve imlenirler işte.
Ya yaşı küçüktür
ya askere gidecektir
ya da yoktur başlık parası.
Aynayla işaretleşir
ve şavkıyla dertleşir başı bağlılar.
Canın yongasıdır, yiterse mal
dedim ya kurt ağzı bağlanır!
Un öğütülür çuval çuval, ağzı bağlanır.
Mahsulle doldurulur haral, ağzı bağlanır.
Doğurur mal, ağız yenir ve ağızlar ballanır...
Saya donatılır kış ortasında:
Bolluk ve değişim simgelenir, kovulur kötü ruhlar!
Atalarımız söylüyorlar, kökeni sayanın
bin yıl önceki stepleriymiş Orta Asya’nın:
Göç, göçebe, atlar ve kımız.
İlerici, çağdaş ve demokrattır köy halkımız:
Emekle yoğrulur
emeği savunur
emek için savrulur!
Yıllardır süregelen bir töresidir her iki köyün
ve güç gösterisidir gençlerin:
Farklılaşılır bayramda
ve taşlaşılır Kızılağılla!
Komşudur her iki köy,
hem “herikli”’dir oymakları
hem de çarıklıdır ayakları.
Türküler yakılır; özlem dolu, aşk dolu:
“Bir başkadır çeşmesinin su sesi,
Sağ elinde cıngıl, solda helkesi.
Salınması sarhoş eder herkesi,
Ufkunda gül açar her dem KÖŞEKTAŞ.”