Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam114
Toplam Ziyaret738777
Mutlu Yıllar

Sürekli anlaşmazlığın ve uyumsuzluğun nedenleri; kadınla erkek arasındaki dinsel ve yasal engeller ile toplumların arasındaki sınırlar ve kurallardır!
Adnan YALIM


Yeni yılda çocuklarınıza, bilgi yerine, özgün olanı; sporu, müziği, resim çizmeyi, kitap okumayı, yemek yapmayı, insanların birbirlerinden farklı olduklarını anlamalarını sağlamak için de, sanatı öğretin!

Çocuklarınıza ayrıca; sembol ve ritüeller yerine,

Değerleri; dil ve sanat, hukuk ve tarih, sorumluluk ve sorgulama, çevre ve iklim bilincini...

♠ Yaşamayı; kimseden emir almadan ve kimseye emir vermeden yaşamayı...

Benlik edinmeyi; "kul benlik" değil, "özerk benlik" edinmeyi...

Düşünmeyi; kimseden emir almadan, bağımsız düşünmeyi...

İnanmayı; safsatalara değil, başarıya inanmayı...

Başkalarına değer vermeyi...

Ekip çalışmasının önemini... 

...öğretin çocuklarınıza!

Kapadokya - Köşektaşlı resim öğretmeni Yalçın Yalım tarafından çizilmiş bir resim.


ABDURRAHMAN KOCA

 2006 Kültür ve Dayanışma Şenliği'nde çekilmiş bir fotograf.
8 Şubat 2009 Pazar günü ebediyete intikal etmiş olan köyümüz sakinlerinden Abdurrahman Koca'yı bir kez daha saygıyla anıyor; aşağıya aktardığımız yazı ile fotografı sitemize ileten öğretmen Celalettin Ölgün ile öğretmen
Ahmet Çelik'e çok teşekkür ediyoruz!
kosektas.net

CELALETTİN ÖLGÜN


2 Şubat 2014, Pazar

Tarihe meraklı olanlar anlatacaklarımı bilir. İlkçağ uygarlıklarından LİDYA, çağının en varsıl devletiydi. Bu varsıllığının nedeni bölgede bulunan altın madenleriydi. Madenlerin M.Ö. 7. yüzyılın başından beri Sardes'te işletilmeye başlanması Lidyalıları zenginleştirmiş ve güçlendirmişti. Lidya'nın Anadolu'daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomik alanda olmuştu. Onlar altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdi. Bu varsıllığın ünü dünyaya o denli yayılmıştı ki ona sahip olmak isteyen pek çok kral çıkmış, pek çok hükümdar bu altınları, paraları düşlerinde görmeye başlamıştı.

Lidya kıralı Krezüs (Kroisos M.Ö. 575-546) başkent SART (ya da SARDES)’ da ihtişam içinde yaşarken çağın gezgin filozoflarından SOLON’un yolu bir gün Sart’a düşmüştü. Kral Solon’u onu huzuruna çağırtıp:

- “Ey Solon, sen çok gezen, çok bilen, iyi düşünen birisin. Gezdiğin gördüğün yerlerde mutlu yaşayıp, mutlu ölen kimler vardır?” diye sorar. Solon, biraz düşündükten sonra:

- “Atina da bir keçi çobanı vardı. Herkese iyilik yapar, herkes onu çok severdi. Öldüğünde herkes çok üzüldü, arkasından ağladı. Bence mutlu yaşadı, çevresini mutlu etti, mutlu olarak öldü.”

Krezüs, Solon’un bir keçi çobanının mutlu olarak yaşayıp mutlu olarak ölmesini örnek göstermesine çok kızmış. Nasıl olur bir kral, bir prens, bir vali ya da komutan değil de bir keçi çobanı mutlu yaşar, mutlu ölür ve halk arkasından üzülür, ağlar diye bağırıp çağırarak Solon’u aşağılamış. Ardından da:

- “Evet, Solon, gezdiğin gördüğün yerlerde başka kimler var, mutlu yaşayıp mutlu ölen?” diye devam etmiş.

- “Efes’te bir ayakkabı tamircisi, köşker vardı. O herkesi sever; herkes de onu.... Öldüğünde tüm Efes halkı cenazesine katıldı, üzüldü ağladı.” der demez, Krezüs eskisinden daha çok kızmış. Kralın Solon’dan istediği “Kralım Sizden mutlu kimse yok” demesiymiş. Bu son yanıttan sonra kral Solon’u Sart’tan kovmuş.


 
 Fotograf: Ahmet Çelik

Aradan epey zaman geçmiş. Lidya’nın, Sart’ın bu zenginliğine sahip olmak isteyen ve egemenlik alanı İran olan Pers Kralı Kirus (Kyros) ordusuyla gelerek Lidya devletine saldırmış. Uşak yakınlarında yapılan savaşta Krezüs’ün ordusu yenilmiş ve Krezüs kaçarak Sart kalesine sığınmış. Pers kralı Sart kalesini yıktırarak Krazüsü tutsak alarak onu büyük bir odun yığınının üzerine yakılmak üzere oturtmuş. Odunlar tam ateşe verileceği sırada Krezüs’ün ağzından “Ah..! Solon, ah!” sözü çıkmış. Yakım işini durdurup, ne demek istediği sormuşlar. Yanılgının verdiği hüzünle:

-“Ben, Lidya devletinin güçlü kralıyken, kendimi dünyanın en mutlu insanı sanıyordum. Bir zaman Solon adında bir gezgin filozof gelmişti. Ona dünyada mutlu yaşayıp, mutlu ölen kim var diye sorduğumda Atina’daki keçi çobanı ile Efes’teki köşkeri örnek göstermişti. Bense mutlu yaşayanlara beni örnek göstermediği için ona kızmış hatta kovmuştum. Şimdi onun ne kadar haklı olduğunu görüyorum. Kimse de öldüğüme üzülmeyecek!” demiş.

Bu tarihi öyküyü şunun için yazıyorum. Yaşamı boyunca herkesin sevgisini kazanıp bu dünyadan göçtüğünde pek az kişi iz bırakır. Pek az kişiye - yakınlarının dışında- üzülünür, acı duyulur.

Abdurrahman Koca’nın ölümü Atinalı keçi çobanı, Efesli ayakkabı tamircisi gibi herkesi üzüntüye boğdu, arkasından ağlattı. Onun varlığı Köşektaşlı için mutluluk kaynağıydı.

O, herkesin Apo abisiydi, Abdurrahman emmisiydi. Dürüstlük, yardımseverlik konusunda hiç kimsenin olumsuz bir şey diyeceğini sanmıyorum. İçine girdiği toplumu söz ve davranışlarıyla iyi yönde etkilemek herkesin başarabileceği bir davranış değildir. Hoşsohbetleri ve alçak gönüllüğüyle bunu yapabilen ender kişiliklerden biriydi o. Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasında anlatıldığı gibi eşi Zekiye’nin rahatsızlığı, ona bakmak zorunda kalışı, kendisinden evvel ölümüyle birinci kıyameti yaşaması gibi olumsuzluk onu yaşama küstürmemişti.

 “Bir insan ölünce, eğer onun yaşantısından, sözlerinden hala konuşuluyorsa, o insan hemen ölmez. Ölümünden elli, yüz yıl sonra bile hakkında konuşuluyorsa o yaşıyordur ve aramızdadır. Yaşamında söz ve hareketleriyle iz bırakamayanlar ölümleriyle hemen aramızdan ayrılır.” (Jules Romains)

Adurrahman abimiz, hep anımsanacak, anımsandıkça da gönlümüzde ve aramızda yaşayacaktır.

Keşke bu yazıyı senin sağlığında yazabilseydim!

Celalettin ÖLGÜN 


 

 




0 Yorum - Yorum Yaz
Din ve Bilim


Din ve Bilim
Doç. Dr. Şafak Nagajima

Biz insanlar, -bugünkü bilgilerimize göre- diğer canlılardan farklı olarak derin bir düşünme, yansıtma yeteneğine ve öz bilince sahibiz. Bu özelliklerimiz bizi, kendimize, çevremize, yaşama dair karmaşık sorular sormaya ve anlam arayışına iter. Kimimiz cevapları dini inançlar ve öğretilerde ararken, kimimiz de bilimin bistürisiyle yara yara, bilinmezin derinliklerine ulaşmaya çalışır.
Peki bu iki yaklaşımın arasındaki temel farklar nedir?
Dinler, bir inanç sistemi temelinde şekillenir ve yaşamın anlamını yaratıcı bir güç veya ilahi bir amaca bağlarlar. Kutsal metinler, ritüeller ve gelenekler aracılığıyla bu anlamı sunarlar.  Din, genellikle şüpheye yer bırakmayacak mutlak bir doğruyu hedefler ve o doğruya inanmayı amaçlar.
Bilim ise şüphecilik ve sorgulamaya dayanır. Gerçeği gözlem ve deneye dayalı objektif ve kanıtlanabilir bir yöntemle arar. Bilim insanlarının amacı, evreni ve insan yaşamını mantıklı ve deneylere dayalı açıklamalarla anlamaktır.
Dinler, genellikle değişmeyen ve sınanamayan bir inanca dayanır. Yanlışlanamaz veya test edilemezler. Örneğin, yaratılış konusu, evrenin nasıl yaratıldığına dair kesin bir inanç içerir.
Bilim ise yanlışlanabilirlik ilkesine dayanır. Bilimsel iddialar test edilebilir ve sınanabilir. Bilimsel bir açıklama veya teorinin yanlış olduğu deney veya gözlemle kanıtlanabilir.  Örneğin, yerçekimi teorisi belirli deneylerle sınanabilir ve yanlışlanabilir.
Dinler, genellikle doğaüstü bir varlık veya güç tarafından yönlendirildiğine inanılan bir anlamı öne çıkarır. İnsanların yaşamları, ilahi bir plana göre şekillenir. Evrenin kökeni, yaşamın amacı ve ölüm sonrası yaşam gibi metafizik soruları yanıtlamaya çalışırlar.
Bilim, doğaüstü açıklamalara dayanmaz ve kanıtı olmayan iddialarda bulunmaz. Kanıtı olmayan bir iddia zaten bilimsel değildir. Evrenin işleyişini doğa yasalarını kullanarak anlamaya çalışır. Bilim insanları, temel metafizik soruları yanıtlamak yerine gözlem ve deneylere dayalı olarak ölçülebilir ve anlaşılabilir gerçekleri anlamaya çalışırlar.
Dinler, genellikle kişisel inanç ve deneyimle ilişkilendirilirler. Her insan dinini kişisel bir biçimde yaşar ve yaşamın anlamını kendine özgü bir şekilde deneyimler.
Bilim ise evrensel ve nesnel bir perspektifi vurgular. Her yerde geçerli olabilecek bilgilere ve anlamlara ulaşma amacını taşır. Bilimsel bilgi, kişisel inançlardan bağımsızdır ve genellikle genel kabul gören gerçeklere dayanır.
Özetle, yaşamın anlamını dinlerde bulmakla bilimde aramak arasındaki temel fark, inanç ve şüphecilik, doğaüstü ve doğal, mutlaklık ve test edilebilirlik/yanlışlanabilirlik, kişisel ve evrensel gibi unsurları içerir. Bu iki yaklaşımın farklılıkları, insanların yaşamı yorumlama biçimlerini önemli ölçüde etkiler. Her iki yaklaşım da insanlar için farklı anlam ve tatmin kaynakları olabilir.

Doç. Dr. Şafak Nakajima