Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam46
Toplam Ziyaret756521
Hanifi Yıldız

Fotograf
Köşektaş Köyü Facebook Sayfası

En belirgin özelliği, benzeyeni benzetilene, benzetileni benzeyene, neredeyse istisnasız, yakıştırmasıydı.

Bu özelliğini her zaman, her yerde kullanmaz, ancak yoğun istek olduğunda, kimseyi kırmazdı.

Hatılsız Dana”, “Kavurga Süpürgesi”, “Tandır Külbesi”, “Katran Sürahisi”, “Kara Evraaç”, “Fırtınada Kalmış Lalek”, "16 cm'lik Sünger Döşşek", "Dadâlı Deli Ahmet""Haşarı Eşşek Çulu", "Eli Değnekli Tilki", "Sarı Mavin Çiçeği", "Cöseveli"

yaptığı kimi benzetmelerdi, yaptığı benzetmelere kimse alınmazdı!

Bir başka özelliği de, bir kimsenin yüzüne karşı başka, gıyabında başka bir benzetme yapmasıydı.

Bilgi hazinesi genişti. Yaptığı çoğu benzetmelerde bir dağ, bir nehir, bir kuş ya da bir çiçek adı mutlaka bulunurdu. İri yarı yapılı bir kimseye, “Hasan Dağı’nın Kartalı”, Almanya’dan beklediği eşi için kırmızı renkli, sarı çiçekli bir giysi giymiş, sevinçten içi içine sığmayan, “Bana ne diyorsun, Hanifi Ağa?”, diye ısrarla soran bir kadına, hemen orada: “Zank Dağı’nın Nevruzu” benzetmesi yapmıştır!

(*) Hemen hemen her gördüğünde, “Beni kime, beni neye benzetiyorsun, Hanifi Ağa?, diye, günlerce ve ısrarla soran bir kadın için ise, uzun bir süre sessiz kalmıştır. Ta ki konu komşu, “Etme, gitme, Hanifi Ağa, şuna hoşnut olacağı bir benzetme yap da; sen de kurtul, o da kurtulsun, biz de kurtulalım!” diyene dek:

 “Sana ne diyeyim: “Topaklılı Mastisin!”

Topaklılı Masti: Topaklılı Hamdi Ağa’nın anasıdır. Masti, işiyle, gücüyle, pişirdiği leziz yemekleriyle, misafir ağırlama becerisiyle, çevre köy ve kasabalardaki tüm kadınların gıpta ettiği, imrendiği, özendiği, hatta, 1919 yılında yapılan “Sivas Kongresi” sonrasında, muhtemelen Hacıbektaş’a giderken, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ve beraberindeki heyeti, oğlu Hamdi Ağa’nın Topaklı’daki konağında ağırlayan, onlara kendi elleriyle pişirdiği leziz yemeklerden ikram eden, kadındır!

Topaklılı Hamdi Ağa: Geniş toprakları olan, işlerinde çok sayıda insan çalıştıran, konağında çok sayıda insan barındıran, yörede sevilen, sayılan, sözü dinlenen, misafirperver kimse.

(*) Nakleden: Necati Güneş

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

CAFİYE OLAYI VE TÜRKÜSÜ





Yöre

Köşektaş, Hacıbektaş

Türkünün Sözlerini ve Hikayesini Gönderen: Zeynep Ceren Seçkal

Kaynak

Latife Tandoğan, Nevşehir, Hacıbektaş, Köşektaş Köyü, D:1923, Ö: 2008

Mustafa Ceyhan, Nevşehir, Hacıbektaş, Köşektaş Köyü, D:1931

Kitap

Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları

Baki Yaşa Altınok

Oba Yayıncılık, Mayıs 2003, Ankara,

Türkünün Kayıtlı Bulunduğu Sayfalar

323 ila 328


Köyümüze ait olan ve 33 dörtlükten oluşan bu türküyü, hikayesiyle birlikte, sitemize armağan eden sayın Seçkal'a teşekkür ederiz!

kosektas.net 


TÜRKÜNÜN HİKAYESİ

1934 yılında, o yıllarda Avanos'a bağlı Köşektaş köyünde, Cafiye yeni yetme genç ve güzel bir kızdır. Aynı köyden, Rafet adında bir genç, Cafiye'ye gönül verir. Amca oğulları Niyaz, Mustafa ve Hüsnü'yü yanına alan Rafet, köyün diğer genç kızlarıyla bulgur çeken Cafiye'yi, kızların arasından alıp, Sarılar istikametine doğru kaçırır. Olayı duyan Cafiye'nin dayısı Bekir, yeğenini kurtarmak için silâhını alır, gençlerin peşine düşer. Bunu gören gençler, "Gelme, niyetimiz kötü değil! Cafiye'yi Rafet kendine eş edinmek için kaçırdı!" derler. Ancak Cafiye'nin dayısı Bekir bu sözlere aldırmaz. Bekir'in kendilerine yaklaşmakta olduğunu gören gençlerden Rafet, elindeki silâhı telaşla ateşler ve kızın dayısı Bekir'i vurur. Bekir orada (Kıyın Ardı) can verir. Bu olaydan sonra ilk olarak Barak, oradan da Altıpınar köyüne uğradıktan sonra Sarılar köyüne sığınırlar.

Olaydan haberdar olan Avanos karakolu, Sarılar köyünü basar. Gençleri teslim etmek istemeyen köy halkı, jandarmaya biraz dirense de sonunda vazgeçmek zorunda kalır. Jandarmalar gençleri alıp, Avanos'a götürür. Rafet ve arkadaşları hapse atılır. Cafiye'yi ise babasına teslim ederler. Sonraki yıllarda babası Cafiye'yi Kozaklı'ya bağlı Abdi köyünden Mehmet adında biriyle evlendirir. Bu evlilikten 6 çocuğu olan Cafiye, 1987 yılında vefat eder. Dayısı Bekir'in ölümü, Rafet'in hapse girmesi ve Cafiye'nin de başka biriyle evlenmesi yöre halkını üzüntüye boğar. Rafet'in amcasının kızı, yaşanan bu üzücü olaydan sonra aşağıdaki ezgili türküyü söyler:


TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

Köşektaş'tan çıktım bir akşam vakti
Topladı fistanı beline soktu
Kayanın dibine varıp durunca
Depreşme dedikçe Cafiyem korktu

Bulgurun başında ben ettim işmar
Sarılar'a varınca oldum bin pişman
Sana diyom sana gelin Cafiyem
Vuruldu dayın da çoğaldı düşman

Köşektaş'tan çıktım tüfek dalımda
Bekir dayın aman vermez ardımda
Tüfekler atıldı Cafiyem korkar
Kurban olam hiç bırakma kolumda

Mezarın yanında müdafaa ettik
Köye giremedik Barak'a gittik
İlahi Cafiyem ne ettim sana
Yoruldum dedikçe elinden tuttuk

Bizde çıktık Boztepe'nin başına
Kara saçı çatma etmiş döşüne
Cafiyem dayanmaz kuru ayaza
Ver elini ellerime üşüme

Zalim Altıpınar misafir almaz
Sarılar köyünde hiç durmak olmaz
Yürü Cafiyem Avanos'a varalım
Hükümet beyleri hiç aman vermez

Mezarın yanında da eyledik harbi
Bir elim tabancada birinde mermi
Ne olur Cafiyem ağlayıp durma
Alnıyın yazısı da gördüğün görgü

Mezardan indik de yokuş aşağı
Tabancama süremedim fişeği
Ölürüm de vermez idim Cafiyem
Korkak çıktı Sarılar'ın uşağı

Evimizin önü arpa ekili
Kimler olsun Rafet'imin vekili
Kurbanlar olayım güzel Cafiyem
Topuz eylemişsin çalma kekili

Kalenin başında da ettik seyranı
Karalı geçirdik bu yıl bayramı
Bir mektup yollayın kadanız alam
Ben olayım Cafiyemin kurbanı

Rafetim de Avanos'un yolunda
Demir kelepçeler bağlı kolunda
Üç gider de bir arkama bakarım
Daha gönlüm bu davalı gelinde

Koluma vurdular altı okka demir
Hükümet beyleri veriyor emir
Sana diyom sana nazlı Cafiyem
Yiğidin alnına yazılan gelir

Çift kelepçe bağlamışlar koluna
Hele bakın şu Rafet'in halına
Sende mi ağladın kadersiz anam
Ele gelin giden benim yarime

Taramış zülfünü yıkmış kaşını
Kim onarsın şu Rafet'in işini
Mahkemede cebri götürdü deme
N'olur Cafiyem yakma başımı

Yenice bağları erken bozulmuş
Jandarmalar karakola dizilmiş
Kurbanlar olayım gelin Cafiyem
Bizim evrak Ankara'ya yazılmış

Çağlayıp akıyor şu Kızılırmak
Gayri bu ellerde hiç olmaz durmak
Kurbanlar olayım gelin Cafiyem
Babayın muradı da elimden almak

Ben vurmadım senin Bekir dayını
Elimden aldırdım nazlı yarimi
Sana diyom sana nazlı Cafiyem
Mapus damlarında sorma halimi

Acer bağımızda naneler biter
Durnası kazı da yalınız öter
Kurbanlar olayım gelin Cafiyem
Onbeş sene mapus ne zaman biter

Köşektaş altında çifte pınarlar
İçerler suyunda bizi anarlar
Kimler sorar şu Rafet'in halini
Mapusa gireni öldü sanarlar

Emmim oğlu ne belalı başımız
Mapus damlarına kondu kuşumuz
Cafiyem ifadeyi verdi de gitti
Gayri bir Allah'a kaldı işimiz

Görünüyor Avanos'un yolları
Dillendirdik konu komşu elleri
Rafet on beş sene mapus yiyince
Neye varır Cafiyemin nalları

Avanos'tan Kırşehir'e kalkarım
Evrak bozuh gelir ise çıkarım
Niye ah çekersin koca pederim
Birgün olur kör ocağını yakarım

Evlerinin önü büyük harımca
Avanos'ta mahkemeye varınca
Oturduğum yerden kalkamaz oldum
On beş seneyi de bende duyunca

Üç arkadaşım vardı biri Mustafa
Verin Cafiyemi süreyim sefa
Sana derim sana gelin Cafiyem
Şu kanunlar hiç gelmiyor insafa

Uzun olur Kırşehir'in kavağı
Allı vurun Cafiyeme duvağı
Kaderim böyleymiş gelin Cafiyem
Ne sen gelin oldun ne ben güveği

Yurt mu tuttun Kırşehir'in dağını
Sen erittin yüreğimin yağını
Mapusa düşeni öldü belleme
Bir gün yeşerdirim gönül bağını

Kapıdan geçti de fesin eğerek
Kucağında bir kızını severek
Garip anan çift koşmuşta sürüyo
Yalnız kaldım kul görgüsü diyerek

Köşektaş da Kırşehir'e aralı
N'ola anam ben olaydım yaralı
Mapus damlarında günüm geçmiyor
Cafiyem ellere gelin olalı

Çifte düğme dikmiş beyaz döşüne
Haydi gelin itaat et eşine
Eğer başkasına gelin olursan
Öleneçek kakıç kalır başına

Açın gardiyanlar kapıyı açın
Cafiyem geliyor kenara geçin
Ayağına giymiş ince kundura
Bastığı yerlere sar'altın saçın

Yüksek kaymış havlusunun önünü
Bilmeyen yok Cafiyem'in ününü
Biz birleştik dayın ayırdı bizi
Cahildik düşünmedik işin sonunu

Mapus damlarında çektim ahuzar
Sarı saçını da ettim bergüzar
Aç pencereyi de zalim gardiyan
Canlarım sıkıldı değsin ürüzgar

Sırma saçı topuğunda sürünür
Aklıma düştükçe gönlüm yerinir
Çağırma türküsün Şerif Bibisi
Duyarsa Cafiyem bize darılır


 
2 Yorum - Yorum Yaz
Köşektaş Hikayeleri

Köşektaş'ta altına bakmadık
taş bırakmadık!

Celalettin Ölgün

Yazıya yansıtılan hikayelerin eğlendirici niteliği yanında bir de bilgilendirici gücü olduğu herkesçe bilinen, tartışma kaldırmaz bir gerçektir. Aracı da, amacı da Köşektaş ve Köşektaşlılar olan Celalettin Ölgün hikayeleri, gerek yazım biçimiyle, gerek anlatım tarzıyla, gözlerimizi kendi öz benliğimize çevirmemizi, kendi kendimizle buluşmamızı sağlayan en kısa yoldur!

kosektas.net

Eski yıllarda davullu, zurnalı, köçekli, ince sazlı düğün yapmak herkesin altından kalkacağı iş değildi. Böyle düğünleri ancak varlıklılar yaparlardı. Elinde avucunda olmayanlar ise, kimisinin “cin düğünü”, kiminin de “ennecin” dediği, yalnız “tef” çalınıp, kadın ve kızların kendi aralarında oynadıkları, erkeklerin geriden seyrettikleri, düğünler yapardı.

Almancıların markları göndermeye başladığı yıllara değin Köşektaşlı hep böylesi düğünler yaptı. Varlıklı kişinin oğlunun düğünü de cin düğünüyle olacak değil ya. Onların düğünü, o yılların en gösterişli düğünü oldu. Boyunlarına kora denilen ziller, koşumlarına göz değmesin diye iri iri mavi boncuklar dikili atlar koşulmuş arabalarla, Köşektaş kütüğüne kayıtlı olmasına karşın Hacıbektaş’ta ikamet eden Davulcu Ferzi, Zurnacı Kulebi ustalarla birlikte Engel köyünden seçkin çalgıcılar getirtildi. Nereden bulunmuşsa, Acer Harman Yerine, belki de yatak yükleri altında saklanan, eski yörüklükten kalma çadırlar kuruldu. Davul, zurna, köçek eşliğinde Kelik Dervişin peşinde kadınlar kartala gittiler, Turnam oyunu eşliğinde, ev ev dolaşıp, tüm köy halkını düğüne davet ettiler. Üç gün boyunca dışarıda davul, zurna, odada saz, keman, Zeynelabidin cümbüşü ve dümbelek çaldı, çalgıların önünde köçek oğlan oynadı. Hatta Belbaraklı Lomen ile Yahya’nın Ali, kaşıktan yaptıkları kukla bile oynattılar. Anlatılanlara bakılırsa; o güne dek yapılan düğünlerin en görkemlisi oldu, gelin çıktı, düğün bitti.

O yıllarda varsıl, yoksul yaşantısı arasında fazla bir fark yoktu. Varsıl da yamalı şalvar giyer, eti; bayramdan bayrama, ya da herkes gibi koyun, kuzu hışırlarsa ya da deneleme sonucunda ölürse, yerlerdi. Kışın, odasında ocak ya da sobada tezek, kerme yakardı, belki de ısısı ve kokusu fazla olan koyun kermesi yakardı, yoksullardan farlı olarak.

Düğünü izleyen günlerin birinde; yeni gelin, dışarıya ahırdan çıkarılmış gübreyi yalın ayakla çiğneyip tezek harcı yapmaktadır. Her yanına ahır boku yapışmış, eli ve ayakları pislik içinde kalmış durumda; düğününde zurna çalmış, Fevzi usta, kim bilir ne amaçla oradan geçerken, özenle çaldığı zurnaya, verdiği emeğe acımış olmalı ki, geline bakıp dayanamamış:
“Ah! Senin için koygun koygun çaldığım zurnalar!”

Kerme:Tezek.
Zeynelabidin cümbüşü: Metal Tambur.
Koygun: Etkili, dokunaklı, içli.