ŞİİRLERLE ŞENLENDİK - 37. BÖLÜM "Şiirlerle Şenlendik" adlı yazı dizimizin 37. bölümünü siz ziyaretçilerimize sunmanın kıvancını yaşıyoruz! kosektas.net Şair Dr. Salim ÇELEBİ 27 Kasım 2015, Cuma Şiirlerle Şenlendik, 37 - Anadolu -II 1960'lı yıllara değin, genellikle; az, çorak ve yetersiz toprakta, sadece aileye yetecek kadar tarım yapıldığı için, kapalı bir toplum yapısı vardı Anadolu halkının. Günümüzde bile hâlâ dağ köylerinde aynı yapı devam etmektedir. İhtiyaçlar, mübadele ile (değiş-tokuş) gideriliyordu: Üretilenle, üretilemeyenin değiştirilmesi. ( Çocukluğumda, 3 yumurta ile 250 gram helva; bir urup buğdayla, 1 kilo bisküvi; 250 gram yünle, 1 kilo zeytin alıyorduk...) Nüfusun ezici çoğunluğu köylerde yaşıyordu, jandarma ve mültezim, korkulu rüyasıydı halkın. Ekonominin motor gücü zorunlu olarak devletti; sermaye belirli ellerde birikmemişti henüz; burjuva sınıfı gelişememişti. Temel üretim aracı "toprak" olduğu için; üretim ilişkisi de feodal düzeyde idi: Ağa-maraba ilişkisi. Günümüzde, 12 Milyon işçi var ülkemizde. Bunların, sadece 1 Milyonu sendikalı. Niye? Niye sendikalı işçi sayısı bu kadar düşük? Burjuvazinin oluşamadığı bir ülkede, işçilerin yeterince örgütlenmesi beklenebilir mi? Sadece, sermayesi nedeniyle üretim araçlarına sahip bireyler burjuva sayılabilir mi? Aradan 50 yıl geçmiş de olsa, köylerden büyük kentlere göçmüş de olsak, üretim biçimimiz değişmiş de olsa; sosyal ilişkilerimiz yeterince değişmedi henüz. İşte bu yüzden, evleneceğimiz kişiyi büyüklerimiz belirliyor; işte bu yüzden, apartmandaki dairemizde tavuk beslemeye çalışıyoruz... Yazdıkları şiirlerde, Âşık Veysel'in sadık yâri ile Nâzımın anası aynı noktada; temel üretim aracında buluşur: Toprak. Her birimizin son adresi. YALNAYAK Kafamızda güneş ateş bir sarık. Arık toprak çıplak ayaklarımıza çarık. İhtiyar katırından daha ölü bir köylü yanımızda, yanımızda değil yanan kanımızda. Omuz yamçısız bilek kamçısız atsız, arabasız jandarmasız, ayı ini köyler balçık kasabalar kel dağlar aştık, İşte biz o diyarı böyle dolaştık! Hasta öküzlerin yaşlı gözlerinde dinledik taşlı tarlaların sesini. Gördük ki vermiyor toprak altın başaklı nefesini kara sapanlara! Rüyada gezer gibi gezmedik Hayır, bir çöplükten bir çöplüğe ulaştık. İşte biz bu diyarı böyle dolaştık. Biz biliriz o memleket neye hasret çeker. Bu hasret bir materyalist kafası kadar çizgileşmiştir, bu hasrette madde var madde!
Basık suratı asık evler köstebek yolu sokakların üstünde vermiş kafa kafaya. Cin gözlü güvercin sözlü abani sarıklılar dükkânlara bağdaşmış Yarık tabanı çarıklılar önlerinde. Yarma bir jandarma tarlada zina eden bir çifti sürür. Kahvede piri mugan dede sulanırken çırağa "Lâhavle ve lâ" çekip derin derin bu geçenlerin suratına tükürür. İşte şu ekşimiş uyku kokan çömlek gibi şehrin kara sevdası değil öyle romantik, onun ruhunun iki kıvrak kelimelik hasreti var: BUHAR ELEKTRİK!
Kör değilseniz eğer görürsünüz ki şu toprak yüzlü rençper Kafkastan arta kalan kalbur göğüslü oğlu kel başlarında mültezimin tırnakları oyulu, kızıyla karısıyla kağnısıyla son karış toprağına sarılmak, ölse de burda onlarla ölmek burda onlarla gömülmek istiyor.
Dağların tarlaların özlediği, arzulu bir kadın gibi şehvetle gözlediği, her tırnağında 1000 manda kuvveti demirleşen ve su çalkalar gibi toprağı eşen ruhu buhar makinalar!
Ey cam karınları sarı nargileler gibi horuldayan, ey üç atlı yaylısının içinden sağır burunsuz kör köylülere Pierre Loti ahı çekip geçen ağzı gemli eli kalemli efendiler! Tatlı maval dinlemekten gayrı usandık. Artık hepinizin kafasına şu daaaaaank desin: Köylünün toprağa hasreti var, toprağın hasreti makinalar! |