Şehirden dışarı çıkıyorum. Çıktığım yer bayır. Hemen aklıma, Muş türküsü geliyor, “burası Muş’tur yolu yokuştur, giden gelmiyor acep ne iştir”
Yürüyorum, eski bir yol üstündeyim. “Ah, diyorum kendi kendime, bu yol, bu sokaklar, bu kerpiç evler ne güzel düzenlenir turizme kazandırılırdı.” Her yer, çer çöp. Çevre temizliği ve bilinci ülkemiz insanının sorunu.
Vadinin kucağına, dağların doruğuna kurulmuş üç beş villamsı evler. Onlar da paranın keyfini çıkartmaya çalışan ülkemden insan manzaraları.
Kalenin, vadinin, karşı tepelerin bir iki resmini çektikten sonra çıktığım aynı sokaktan iniyorum.
Sobacıların önünden geçerken silindir şeklinde koca koca variller dikkatimi çekiyor. Hemen satıcıya onların ne olduğunu soruyorum. “Bunların içine un konur evlerde. Senin anlayacağın eskiden kullanılan un çuvallarının yerine geçiyor, fare giremiyor bunların içine” diyor. Ben de “desene tüfek icat oldu mertlik bozuldu, varil çuvallar icat oldu, fareler aç kaldı” diyerek varillerin resmini alıyorum.
Arkama baktığımda, hayretle, ayakta kalabilmiş eski bir yapı görüyorum. İki gündür görebildiğim tek eski tarihi yapı. Yukarıdan beri yürüyüp gelen bir beyefendiye, “merhaba” diyorum. Elimizi karşılıklı uzatıp tanışıyoruz. Eski yapıya baktığımı görünce,
“Burası eski bir han, Yıldız Han derler buna. Muş Belediye Başkanı sınıf arkadaşım, samimi görüşürüz. Kaç kez dedim kendine, şu hanı tamir ettirelim onaralım diye. Para yok dedi. Para yoksa bul bir zengin onart, bari bunu kurtaralım…Yahu kardeşim, neleri yok ettik bu memlekette. Bir zamanlar Aslan Kaplan Han’ı vardı. Han adını, önünde bulunan aslan kaplan heykellerinden almış.Yıktılar onu. Hanın yerini de önündeki camiye bahçe yaptılar. Güzelim aslan ve kaplan heykelleri yok oldu. Nereye kaldırdılar, nereye koydular bilen yok. Çengelli Kilisesi, Güllü Hamam hep tarihi değerleri olan yerlerdi. Onları da yıkarak taşlarıyla okul yaptılar. Bu memlekette hiç taş yoktu sanki.”
Bu sözlerin sahibi Fikret Vural’a bir bardak çay içmek için vaktinin olup olmadığını soruyorum. Fikret Abi, davetimi kabul ediyor ve çayhaneye yürüyoruz.
“Biraz önce mezun olduğum okulu ziyaret ettim. Şimdiki adı, Atatürk İlköğretim Okulu. Severim Atatürk’ü. Bizler, onun sevgisi ve onun yolundan büyüyerek bu günlere geldik. Atatürk, bu güzel ülke, bu güzel vatan için ne yapmadı ki? Ama bizler onun değerini bilemedik yolundan saptık. O kadar anlatacak şey var ki bu ülke için.”
Böyle bir adamı bulmuşken sohbete devam edilmez mi?
“Ben Ankara’dayım genellikle orada yaşıyorum.”
“Kaç yıllarında ayrıldınız Muş’tan.”
“Uzun uzun ayrıldım sayılmaz, bir ayağım Muş’ta. !958 yılında Ankara Ticari İlimler Akademi’sini bitirdim. Aynı yıl, sınavla Özel İdare, Yenişehir şubesine girdim. Hiç unutmam, göreve başladığım an, şef kolumdan tuttu, mesai arkadaşlarımla tanıştırırken, ‘size bir Kürt getirdim’ dedi. O an, neye uğradığımı şaşırdım ve Kürt olduğumu anladım. Oysa biz Muşlular kendimizi Kürt görmez , Kürtlüğü aşağılık ve hakaret olarak düşünürdük. O zamanlarda bize göre, köyden gelenler Kürt’tü. Biz onlara Kürt derdik. Ankara’da ben birden bire Kürt olup çıkmıştım. Ne bileyim, davranışlarımız da kendimiz de saftık. Evrak getirip götüren bayan memura elimiz dokunsa, ödümüz yarılır, yıldırım çarpmışa dönerdik, bir şey görmemiş, yaşamamıştık.”
“Sana bir anımı daha anlatayım hocam istersen, bir gün Ankara Belediye Otobüsünde bir arkadaşımla gidiyoruz. Arka sıralarda bir yerde oturmuşuz. Arkadaş bana Kürtçe kız arkadaşını anlatıyor. Güzelliğinden, aşkından, heyecanından bahsediyor. O sırada ön sıralardan biri, ‘ne konuşuyorsunuz be, Türkçe konuşsanıza ‘ diye bağırınca neye uğradığımızı şaşırıyoruz.”
“Peki, Fikret Abi son durumlar için ne düşünüyorsun?”
“Şu anda, Türkiyemizde etki tepki denilen şey işliyor. Bölünme meselesi çok tartışılır oldu. Bölünmeyi taban istemiyor. Öyle güçlü bir örgütlenme ve mekanizma yok. Halkın temiz duygularını bir yanda bölücüler, diğer yanda dinciler kullanıyor. Adam Kürtçe türkü söylemekten, Kürtçe türkü dinlemekten zevk alıyorsa, bırak dinlesin, bırak söylesin kardeşim. Bu halk, Zeki Müren, Sezen Aksu, Müzeyyen Senar, Bülent Ersoy müziğinden bir şey anlamıyor.”
“Bu sözlerinize Sezen Aksu ve diğerleri alınır sonra”
“Hayır hocam, ben onlara hakaret etmiyorum, kişiliklerine sözüm yok. Halkın vaziyetini anlatıyorum. Halk anlamaz onlardan hocam. Belki sen seversin o ayrı. Ben de sevebilirim. Ama halk kendi türküsünü söylemek istiyor.Bu ülkeyi kaşıyanlar var, karıştırmak isteyenler var. Bunların maşaları da her iki yandan uçlar. Ülke gittikçe gerilmeye zorlanıyor.”
Sohbete doyum olmuyor. Fikret Vural, eski emsalleriyle buluşmaya söz vermiş.Ayrılmak üzere ayağa kalkıyoruz.
“Arkadaşlarınızla eski çocukluk günlerinizi anarsınız” diyorum.
Hayır, öyle bildiğin gibi değil. Hepsi de Hicaza gitmişler, Hacı olmuşlar. Benim Hacı olamadığım için cehenneme gideceğime inanarak üzülüyorlar; vah vah, vıy vıy derler. Ben de onlara söyler ve gülüşür, şakalaşırız.”
Bir daha buluşmak umuduyla ayrılıyoruz. Telefonunu alıyorum yazacağım yazıda danışmak için.
“Sana güveniyorum hocam” diyor.