Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam168
Toplam Ziyaret738831
Mutlu Yıllar

Sürekli anlaşmazlığın ve uyumsuzluğun nedenleri; kadınla erkek arasındaki dinsel ve yasal engeller ile toplumların arasındaki sınırlar ve kurallardır!
Adnan YALIM


Yeni yılda çocuklarınıza, bilgi yerine, özgün olanı; sporu, müziği, resim çizmeyi, kitap okumayı, yemek yapmayı, insanların birbirlerinden farklı olduklarını anlamalarını sağlamak için de, sanatı öğretin!

Ayrıca; sembol ve ritüeller yerine,

Değerleri; dil ve sanat, hukuk ve tarih, sorumluluk ve sorgulama, çevre ve iklim bilincini...

♠ Yaşamayı; kimseden emir almadan ve kimseye emir vermeden yaşamayı...

Benlik edinmeyi; "kul benlik" değil, "özerk benlik" edinmeyi...

Düşünmeyi; kimseden emir almadan, bağımsız düşünmeyi...

İnanmayı; safsatalara değil, başarıya inanmayı...

Başkalarına değer vermeyi...

Ekip çalışmasının önemini... 

...öğretin çocuklarınıza!

İnançlar

BİR ARAŞTIRMA VE SONUÇLARI

 


Ülkemizde, özellikle son yıllarda, din eğitimi insanlara sadece, „ahret için yaşama“ inanç ve düşüncesi şeklinde verilerek toplum derin ve sürekli bir mistiklik ve uyuşukluk içine itilmekte ve bununla birlikte hurafelerde artışlar gözlenmektedir.


İNANÇLAR


İnsanoğlunun varoluşundan bu yana, üstün ve güçlü saydığı bir şeylere inandığı sanılmaktadır.

İlk insanlarla ilgili elde yazılı kayıtlı belge olmadığından çizilen mağara resimlerinden inançları ve inandıkları güçler tahmin edilmektedir.

Daha sonraları, günümüzden yaklaşık 5000- 7000 yıl öncesine ait belge ve buluntular netleşip yazıların dilleri çözüldükçe inançları daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

İnsan gelişimi içinde, doğa üstü güçlerin varlığını kabul etmiş, felaket ve iyiliklerin bu güçler tarafından meydana getirildiğine inanmıştır. Yağışları, fırtınaları, depremleri, savaşları, kuraklıkları Tanrılara havale etmiş onlardan medet ummuştur. Gök tanrısı, yer tanrısı, güneş tanrısı insanın kafasında ayrı ayrı betimlenerek yer almıştır.

İnsan, doğal felaketin zararlarından korunmak için kendine göre kurbanlar vermiş, dualar etmiş, bazen de doğa üstü güçler için savaşmıştır. Babil, Hitit, Mısır gibi uygarlıklardan elde edilen bulgular böyle kaynaklarla doludur.

İnanç türünün çokluğundan olacak Anadolu’ya, “Bin Tanrılı Anadolu” adı boş yere verilmemiştir.

Kitaplı dinler ortaya çıkınca; inançlar, belli bir disiplin altına girmiş fakat daha sonra dinler arası rekabet yüzünden iş, taraftar kazanmaya dönüşmüş, bu durum günümüze kadar süregelmiştir.

İnanışların temel felsefesinde insan yaşamının düzene sokulması vardır. İnsan yaşamındaki bu düzen, çoğu zaman ahlak olarak adlandırılır.

Ahlak ve ibadet dinin iki temel direği olarak görülür.

Sosyal ve kültürel değişim içine giren toplumlarda ahlak anlayışı ve tanımı değişirken bir yandan da bu değişikliğin getirdiği davranışlardan şikayet edildiği de bir gerçek olarak karşımıza çıkar.

“Ahlak” her ne kadar toplumdan topluma değişiyor olarak bilinse de, dürüstlük, iyilik, doğruluk gibi kavramlar ve bu kavramların gerektirdiği davranışlar her toplumda “ahlak” tanımı içindedir.

Hırsızlık, yalan, rüşvet, iltimas gibi davranışlar “ahlaksızlık” olarak nitelenir

Din açısından ahlak, belki de yanlış anlama sonucunda hep ikinci plandadır. Birinci planda ise ibadet vardır.

Ülkemizde, özellikle son yıllarda, din eğitimi insanlara sadece, „ahret için yaşama“ inanç ve düşüncesi şeklinde verilerek toplum derin ve sürekli bir mistiklik ve uyuşukluk içine itilmekte ve bununla birlikte hurafelerde artışlar gözlenmektedir.

Kitle iletişim araçlarının bu kadar geliştiği ve eğitimin yaygınlaştığı günümüzde şu araştırma düşündürücüdür;

“Din ve Ahlak İlişkisine Sosyolojik Bir Yaklaşım” konulu, ve “Felsefe, Din Bilimleri Anabilim Dalı, Din Sosyolojisi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi” ile kapsamlı bir alan araştırması yapan, Din Kültürü ve Ahlak Dersleri öğretmeni Harun Süslü araştırmasında katılımcılara, “Bu dünyada rahat olmanın hiçbir değeri yoktur. Asıl öbür dünyada rahat olmaya bakımalıdır, yargısına katılıyor musunuz?” sorusunu yöneltince, katılımcıların büyük bir çoğunluğu; bu dünya hayatının değersiz, geçici ve yalan olacağı şeklinde görüşlerini açıklamışlar ve böyle düşünenlerin oranı ise, % 77, 1 olmuştur. (Tablo, 27)

Ankete katılanların tahsil durumları: %7’si okur yazar değil, %27’si İlkokul, %17’si Orta okul, %35’i lise ve %19’u Üniversitedir.

Yüksek lisans tezi için hazırlanan ve kabul edilen araştırmanın bu bölümü oldukça dikkat çekici.



Ekleme Tarihi: 2011-09-05, 21:07:41

Yorumlar - Yorum Yaz
Din ve Bilim


Din ve Bilim
Doç. Dr. Şafak Nagajima

Biz insanlar, -bugünkü bilgilerimize göre- diğer canlılardan farklı olarak derin bir düşünme, yansıtma yeteneğine ve öz bilince sahibiz. Bu özelliklerimiz bizi, kendimize, çevremize, yaşama dair karmaşık sorular sormaya ve anlam arayışına iter. Kimimiz cevapları dini inançlar ve öğretilerde ararken, kimimiz de bilimin bistürisiyle yara yara, bilinmezin derinliklerine ulaşmaya çalışır.
Peki bu iki yaklaşımın arasındaki temel farklar nedir?
Dinler, bir inanç sistemi temelinde şekillenir ve yaşamın anlamını yaratıcı bir güç veya ilahi bir amaca bağlarlar. Kutsal metinler, ritüeller ve gelenekler aracılığıyla bu anlamı sunarlar.  Din, genellikle şüpheye yer bırakmayacak mutlak bir doğruyu hedefler ve o doğruya inanmayı amaçlar.
Bilim ise şüphecilik ve sorgulamaya dayanır. Gerçeği gözlem ve deneye dayalı objektif ve kanıtlanabilir bir yöntemle arar. Bilim insanlarının amacı, evreni ve insan yaşamını mantıklı ve deneylere dayalı açıklamalarla anlamaktır.
Dinler, genellikle değişmeyen ve sınanamayan bir inanca dayanır. Yanlışlanamaz veya test edilemezler. Örneğin, yaratılış konusu, evrenin nasıl yaratıldığına dair kesin bir inanç içerir.
Bilim ise yanlışlanabilirlik ilkesine dayanır. Bilimsel iddialar test edilebilir ve sınanabilir. Bilimsel bir açıklama veya teorinin yanlış olduğu deney veya gözlemle kanıtlanabilir.  Örneğin, yerçekimi teorisi belirli deneylerle sınanabilir ve yanlışlanabilir.
Dinler, genellikle doğaüstü bir varlık veya güç tarafından yönlendirildiğine inanılan bir anlamı öne çıkarır. İnsanların yaşamları, ilahi bir plana göre şekillenir. Evrenin kökeni, yaşamın amacı ve ölüm sonrası yaşam gibi metafizik soruları yanıtlamaya çalışırlar.
Bilim, doğaüstü açıklamalara dayanmaz ve kanıtı olmayan iddialarda bulunmaz. Kanıtı olmayan bir iddia zaten bilimsel değildir. Evrenin işleyişini doğa yasalarını kullanarak anlamaya çalışır. Bilim insanları, temel metafizik soruları yanıtlamak yerine gözlem ve deneylere dayalı olarak ölçülebilir ve anlaşılabilir gerçekleri anlamaya çalışırlar.
Dinler, genellikle kişisel inanç ve deneyimle ilişkilendirilirler. Her insan dinini kişisel bir biçimde yaşar ve yaşamın anlamını kendine özgü bir şekilde deneyimler.
Bilim ise evrensel ve nesnel bir perspektifi vurgular. Her yerde geçerli olabilecek bilgilere ve anlamlara ulaşma amacını taşır. Bilimsel bilgi, kişisel inançlardan bağımsızdır ve genellikle genel kabul gören gerçeklere dayanır.
Özetle, yaşamın anlamını dinlerde bulmakla bilimde aramak arasındaki temel fark, inanç ve şüphecilik, doğaüstü ve doğal, mutlaklık ve test edilebilirlik/yanlışlanabilirlik, kişisel ve evrensel gibi unsurları içerir. Bu iki yaklaşımın farklılıkları, insanların yaşamı yorumlama biçimlerini önemli ölçüde etkiler. Her iki yaklaşım da insanlar için farklı anlam ve tatmin kaynakları olabilir.

Doç. Dr. Şafak Nakajima