Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam77
Toplam Ziyaret745460
Köşektaş Hikayeleri
 
 
Boynu Kravatlı
Celalettin Ölgün

Kimi öyküler çok sık okunduğunda ya da dinlendiğinde,
insanda bir bıkkınlık yaratır; kimi öyküler ise
şiddetli etkiler, derin izler bırakır!
kosektas.net

Kimi yerde “aptal” deseler de, kendileri biz aptal değil, “abdalız!” derler. Aslında kendi tanımları doğrudur. Çalgıcılık yaparak geçimlerini sağlarlar, kalender insanlardır. Çalgıdan geldikleri günü dolu dolu yaşarlar, eğlenirler, diğer günler ise yarı aç yarı tokturlar. Kendi aralarında ara sıra kavga etseler de, başkalarına zararları olmaz. Her kentte, onların toplu yaşadıkları mahalleler, semtler vardır.

1950’li yıllara değin kayıtsız, yurtsuz yaşarlarken, devlet, Hacıbektaş abdallarını asimile yoluyla eritmeyi düşünmüş olmalı ki, her köye üç aile yerleştirilmesini zorunlu kılmış. Anlatılanlara göre: Son yıllara değin zurnacı Külebi usta, düğünlerde davul oynatan Ferzi usta, Hallik usta, Köşektaş nüfusuna kayıtlılarmış. Sonradan hepsi de Hacıbektaş’a ya da Kırşehir’e yerleşmişler.

Hangi köyün nüfusuna kayıtlı olduğu bilinmeyen zurnacı Kemal usta da Köşektaşlı sayılır. Köyde olsun, dışarıda yaşasın, tüm Köşektaşlıları bilir. Köyün tamamına yakınının düğünlerinde o ve ekibi çalgıcılık yapmış, çocukların tümünü o sünnet yapmıştır. Sağlamcıdır; yeni doğan erkek çocuklar, nüfus kayıtları yaptırıldıktan sonra, onun defterine de kaydedilir. Zaman, zaman oğlan babasına: “Ne oldu, güççük ağa büyüyor mu?” diye, sünneti anımsatır.

Söz kesimi, nişan gibi merasimlerden haberi olur, oğlan tarafını her görüşünde, düğün zamanını sorar. Kısaca işinin takipçisidir. Kemal usta, doğruluğunun, cana yakınlığının yanında, aydın bir insandır. Çocuklarına sadece kendi işini yaptırmamış, hepsini okutmuştur da. Oğullarından öğretmen, banka memuru olanlar vardır.


 Fotograf: Suavi Cesur

Kemal ustanın öğretmen oğlu lisede okurken, kendi gibi şakacı olan anası, oğluna her gün takılıyormuş; “Şuna bak, şuna, okula gidiyor! Yarın, Neşet gibi saz çalan adam olacak değil ya, boynu gravatlı eşşek olur!" “Şuna bak, şuna, boz davulu duvara asıp da, utanmadan okula gidiyor.” Kadın, öbür oğlanı da zaman zaman sıkıştırırmış: "Şu sazı iyi öğren, çal, Neşet gibi adam ol! Öğrenmezsen, seni okula gönderir, okutur, öğretmen yapar, köy, köy süründürürüm!"

Diğer kimi yargıları yanlış olsa da, doğruluk payı olan yargıları da var.

Bilgi: İlk kez 21 Mart 2005 tarihinde yayınlanmış bir öyküdür.

Kemal Usta: Kemal Süle, 1934 yılı, Adana/Kozan, Hacımirza köyü doğumludur. 1936 yılında babasıyla birlikte Sivas'ın Şarkışla ilçesi, Alakilise köyüne, oradan da, 1953 yılında, Hacıbektaş'a göç etmiştir. (Bilgi: Suavi Cesur).

Kız Bitirme: Söz kesme.

Köşektaş Hikayeleri

 

KÖŞEKTAŞ HİKAYELERİ

 Bizim "John Steinbeck"imiz; Bizim "Victor Hugo"muz, Bizim "Oscar Wild"ımız
Celalettin Ölgün, Köşektaş’ta altına bakmadık taş bırakmamış, Köşektaş ve insanına ait ne varsa, yazıya yansıtarak, günışığına çıkarmıştır! Celalettin Ölgün, halen Manisa’nın Turgutlu ilçesinde yaşamakta ve gönüllü olarak; öğretici, tanıtıcı,  sosyal ve kültürel etkinlikler düzenleyen Turgutlu Kamp ve İzcilik Derneği’nin başkanlığını yürütmektedir. Mükür ve Hikayeleri adlı bu güzel çalışması için kendisine çok teşekkür ediyor, yürüttüğü faaliyetlerde başarılar diliyoruz! kosektas.net
CELALETTİN ÖLGÜN

14 Mart 2014, Cuma

Asıl adı, Mükremin idi ama insanlar bu kadar teltik, uzun adı söyleyemediklerinden, Mükür adıyla anarlardı. Gerçek adını belki kendi bile  unutmuştu. Soğan yemez, evinde bulundurmaz, yiyenin yanında bile durmaz, derlerdi. En çok da soğanlı şakalarla karşılaşırdı. Eli uzdu, bozulan kapı “Firek”lerini, anahtarlarını ilkel bir biçimde onarırdı. Turhan yayarken yağın olmaması üzerine: “Ya ayranı olduracağım ya da basa basa dolduracağım!” dediği bugün bile anlatılmaktadır. Derler ki; en büyük arzusu, Kayseri’yi bir kez olsun görmekti, ama göremeden öldü.

Mükür'ün anlattığı olaylar aslında biraz abartılıdır. Abartmasının nedeni de anlatımı güçlendirmek içindir.

Köyümüzde Mükür ile ilgili çok öykü anlatılır, tesel getirilir. İşte bunlardan bazıları.

BİLEK - Konak, yukarı mahallenin ortak köy odasıydı. Uzun kış geceleri nasıl geçecek? Bazen eskilerden, geçmişten anlatılarak...

O gece, Mükür, Cebiç lakaplı ustanın, ustalığını övüyormuş, “Bir gün Bali tepesinde oturuyordum. Cebiç Mustafa, Körçeşme’nin oralarda bir ev yaptırıyordu. Çekicin taştan sıyırttığı kıymak kulağımın yanından vınlayarak geçmişti." diye anlatınca; oda cemaatinden Hüsnü (Uçar) de, “Dayı, sakın o taş Sarılar’dan gelmiş olmasın?” diye alaya almaya çalışınca, “Sus ulan işte, adamda bilek vardı, bilek!” diye azarlamış.

DUVARIN DENGESİ - Bir defasında kışın yağmur suyu inmesi sonucunda yıkılan bir duvarı incelerken el kadar bir “helik taşını” gösterip; “İşte, bu helik kaydığından duvarın dengesi bozulup çökmüş.” diyerek duvarın yıkılma nedenini çözmüştü.  

TİLKİ - Mükür, uzun yıllar bağ bekçiliği yapmıştı. Kendine ait bir “Paa”sı kaynağını kendisinin bulduğu bir de pınarı vardı.

Bağ bekçiliği yaptığı zamanlarda, kendi anlatmasına göre, nasıl yapmışsa, sağ bir tilki yakalayıp, bağırta bağırta yüzüp, postunu çıkarmış, o durumda bırakmış. Çırıl çıplak olmuş o tilki, yuvada bekleyen yavrularını “copur copur” emzirmiş.

Kimilerinin aktardığına göre; yüzülmüş tilki, bırakıldıktan sonra, pınardan lıkır lıkır su içmiş.

         

      

TER - Mükür’ ün diz ağrılarıyla başı derttedir. Sarılar’daki bacısını görmeye gittiği bir zaman; onu sıcak kuma gömmüşler. “Bacım, kum o kadar  sıcak, o kadar sıcaktı ki, benden bir ter boşandı, bir ter boşandı, kumun içinden ark yaptı da akıp gitti.

Abartılmazsa olmaz!

SAL - Mükür’ün eli uzdu, ancak ağırdı. Komşusu Bali, ekinleri biçmiş sap çekecek. Sal kurmayı bilmiyor, beceremiyor. Dengeli, düzgün sal kurmak herkesin işi değil. Salı kurması için Mükür’den rica etmiş. Belki de ücret karşılığı ya da karşılığında bir iş yapacak. Salı kurmaya başlamış ama eli ağır, işi sağlamcı olduğundan iş çok yavaş yürüyormuş. Bali’nin, “Şunu şuraya bağla, bunu şuraya vidalayalım, şu ağaç şuranın,” diye işe karışması üzerine; “Defol, şurdan, madem yapmayı biliyordun beni niye çağırdın?”

TÜFEK - Mükür’le Bılkı'nın Halil bağ bekçisidir. Kendi tüfekleri ile Büngülgöz’de hem yarış olsun hem de akşama pişirilecek et çıkması amacıyla sığırcık sürüsüne ateş etmişler. Mükür’ün atışı boşa gitmiş. O yıllarda ondan genç ve bekçilikte daha  deneyimsiz olan Halil’in bir atışta dokuz kuş birden vurması da Mükür’ün zoruna gitmiş.

Akşam üstü yemek hazırlığı için kuşlar temizlenirken Halil yerde yatan tüfeğe basıp geçmiş.  Bu durumu gören Mükür, kıldığı namazı  bozup kalkarak:

“Sen ne yapıyon? Tüfeğin üstüne basılıp geçilirse kırk gün av vurmaz!” diyerek   Halil’in ensesine tokatı yapıştırmış. Bu hikaye Mehmet Akdemir’den derlenmiştir.

Teltik: Söylenmesi anımsanması zor, az bilinen ad.
Mükür: Mükremin Taşkıran ölümü: 1981.
Firek: Kapı kilidi, Firenk (Fransız) Kiliti.
Cebiç: Samcak Ali Ağa, Abdülgani Yılmaz’ ın babaları.
Balitepesi: Köyün doğusunda, köye iki km’ ye yakın uzaklıkta bir tepe. 

  
112 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Saya Oyunu

KÖŞEKTAŞ’TA DÖRT MEVSİM 
VI- Saya Donatma
Şair Dr. Salim Çelebi


Çok uzun bir zamandan beri yazıya yansıttığı anı ve hatıralarıyla, periyodik olarak gerçekleştirdiğimiz güncellemelerimize renk, içerik ve farklılık katan, Köşektaş ve yöresine yönelik bilgi hazinesini zenginleştiren şairimiz Dr. Salim Çelebi'ye, bu uğurda sarfettiği emeği ve çabası için çok teşekkür ederiz!

kosektas.net

Amerikan Bezinden dikilme iç köyneklerimiz vardı. (Fanila. Ayrıca, kazağa da fanille denirdi ya.)

Bitlenirdik, özellikle de kışın. Kafamızda ve iç köyneklerimizin dikiş yerlerinde bulunan bitleri, analarımız; iki başparmaklarının tırnakları arasında çıtır çıtır ezerek öldürürlerdi!

Bitler çok fazla ise, giysilerimiz şöyle bir ateşe tutulurdu. Yanan bitlerin cızırtısını kulaklarımızla duyardık!

Kartopu oynardık arkadaşlarımızla ve kayardık da eğimli yerlerden.

Ayağımızda lastik ayakkabılar vardı ve iskarpin çok az çocuğun ayağında bulunurdu. Babalarımız çorapların üzerine mes giyerlerdi.

Çatal şeklindeki lastik sapanlarla, basmada eşelenen serçeleri vurmaya çalışırdık!

Yerelması ve daha uzun süre bozulmadan korunabilmesi için toprak altına gömülen pürçüklü (Havuç) ve turp iştah açardı kış günleri.

Köyümüz üzümlerinden yapılan pekmez, verdiği enerjiyle karlı günlerin, vazgeçilmez besiniydi.

Akşamları, kermeyle yakılan sobanın gövdesine ve borularına; dilimlenmiş gumpür (patates) parçalarını yapıştırarak pişirirdik.

Saya donatılırdı şubat ayında: Köyün delikanlıları bir araya gelir, içlerinden altı - yedi kişiyi seçip farklı kılıklara büründürerek ev ev dolaşırlardı. Farklı isimleri vardı rol alan kişilerin: “Arap”tı birinin adı ve yüzü tava’nın isiyle kapkara boyanmış bir durumda olurdu. “Köse”ydi bir diğerinin adı: Üzerinde hayvan postundan yapılma bir giysi bulunurdu.

Anımsayamıyorum diğerlerinin isimlerini!

Saya donatanlar; bulgur, tere yağ ve ekmek toplarlar ve köyün tüm gençleri kendi aralarında pilav pişirerek yerlerdi.

Sayanın kökeni ve içerdiği anlam konusunda birçok sav ileri sürülmekte...
Köyümüz ve çevresinde; saç ve sakalı çıkmayan erkeklere “köse” denilmektedir. Ve yine saya donatanlar, sütten elde edilen tereyağ toplamaktadırlar. Bu nedenle ben, koyun karnında yünlenmekte olan kuzuların, bolluk ve bereketi için yapılan seramoni olarak değerlendiriyorum sayayı.

Dört - beş yaşlarındaydım. Yusuf amcam ve Hasan amcamın da ortak olduğu Massey Harrıs marka bir traktörümüz vardı. Köyümüzdeki tarlalar bittikten sonra, çalışmak için Çöl taraflarına giderlerdi. (Sadık köyünden daha öte tarafta bulunan tarlalara “çöl” denirdi.)

Köyümüzden çoğunun oralarda da (çölde) tarlaları vardı. (Komşu köylerin ta ötesinde Köşektaş’ın tarlalarının olması beni hep “aceba niye?” diye düşündürmüştür. Sanıyorum köyümüzün kökeni için iyi bir araştırma konusudur da.)

Kar ve kışın bastırmasıyla babamlar köye dönmüş, fakat traktör kar ve çamurdan dolayı tüm uğraşlara rağmen bir türlü çıkarılamıyordu köye.
Traktör, köyümüzün altındaki değirmene yakın bir yerde kalmıştı.

Kız kardeşim daha yeni doğmuştu, gidip müjdelememi söylediler. Dam boyu kar kaplı olduğu için her taraf, çığır açmışlardı. O çocuk halimle düştüm yola. Babamlar Salih Amcanın dükkanında oturuyorlardı.

Dükkanlar, sadece alışveriş yapılan yerler değildi o zamanlar; aynı zamanda oturulup sohbet edilen yerlerdi de.

Müjdeyi verdim ve karşılığını da aldım babamdan tabi: 15 kuruş. Biri on kuruş, diğeri beş kuruş olmak üzere iki madenî para.

Elimde paralarla oynarken ikisini de düşürdüm! Elimden yere düştü ve yuvarlanarak gitti paralar.

Utancımdan söyleyemedim hiç kimseye!

Bunca yıl geçmiştir aradan, fakat benim için en büyük para; kaybettiğim o 15 kuruş olmuştur hep!

Köşektaş'ta Dört Mevsim l VI - Saya Donatma l Şair Dr. Salim Çelebi