KÖŞEKTAŞ’TAN PORTRELER
2 - Ali Yılmaz ve Bam Teli
Ali Yılmaz Bizim Nasrettin Hocamız Fotograf - Nazmi Ceyhan |
Komşumuzdu Ali Emmi.
Nereden türediğini bilmiyorum, “Samcak” derlerdi lakabına.
Evimizin önünden geçen yolun (köyümüzün ortasından geçen yol) hemen altında “basma”mız, onun da altında Ali Emmilerin evi vardı.
Bu evin 20 metre kadar altında da yani Öz’e giden yolun sol tarafında bir de odası vardı Ali Emmi’nin. Gündüzleri ve akşamları eş, dost ve arkadaşlarıyla oturma odası olarak kullanılır; geceleri de orada uyurlardı son eşi Saniye Bacıyla.
Az da olsa Saniye Bacıdan önceki eşini de tanırım.
Ali Emmi, herkesin sohbet etmekten haz duyduğu ender ve ilginç insanlardan biriydi.
Ali Emmiyi, komşumuz olmasından öte, evimiz yıkılıp yeniden yapılırken (1957,1958 yılları) üstteki evlerini 1yıl kadar bize vermeleri ve alttaki odada oturmaları nedeniyle çocukluğumdan itibaren tanırım.
Orta boylu, yapılı, yuvarlak yüzlü ve yüzüne çok yakışan bir sakalı vardı.
İkinci oğlu Ata, (Adını Atatürk’ten almıştır) çocukken geçirmiş olduğu “çocuk felci” hastalığı nedeniyle yürüme engelliydi.
4 -5 yaşlarındaydım. Evimizin önünde bir kalabalık vardı ve Mehmet amcam (Çelebi) fındık koymuştu cebime, bakkaldı zaten. O anda, orada bulunan insanların bana karşı ilgileri her zamankinden daha fazlaydı. “Bir acayiplik var, ama ne?” diye düşünürken, sezinlemiştim olacakları: Sünnet olacaktım! Başladım Öz’e doğru koşmaya. “Dur, kaçma!” diye düştüler mi peşime!
Habire koşuyordum ama çok şanssızdım: Sol tarafımda Mahmut amcamın bahçe duvarı, sağ tarafımda öğretmenim Yahya Doğan’ın bahçe duvarı vardı ve tam karşıdan da Ata geliyordu. Arkadan, “Tut, yakala!” çığlıkları atılıyordu. İki elini yana açtı Ata. Sağa yeltendim, kaçamadım; sola yeltendim, kaçamadım ve kıskıvrak yakaladı beni.
Gerisi malum...
Yıllar sonra Kayseri’de okuyacaktık ve gerek İbrahim’in ve gerekse benim velimiz olacaktı Ata Ağabey.
Dama oynardık Ali Emmi ile. Pillerin içinden çıkan kömürle, orta çeşmenin başındaki veya evin önündeki düz bir taşın üstüne; çiziverirdik 16 kareden oluşan bir alanı. Dama taşı olarak, birimiz küçük doğal taşları; diğerimiz ise kiremit kırıklarını kullanırdık.
Kiremit kırıklarını daima Ali Emmi alırdı. “Benimle dama oynamak neymiş size göstereceğim! Bu kırmıtları burnunuza sokacağım!” derdi.
Genellikle biz yenerdik, ama bazen de yenilir ve kaçardık.
Nargile içerdi Ali Emmi. Bildiğim kadarıyla köyümüzün tek nargile içeniydi. Daha önceden temizlenmiş olan nargilenin cam haznesine suyu doldurur, marpuçlarını takar, tömbekiyi özenle sarar ve küllenmiş kömür ateşini koyardı üzerine.
Ali Emminin, odanın dışında, üşenmeden ve keyifle yapmış olduğu bu hazırlık; görenlere davetiyeydi aslında. “Nargile içeceğim, gelin, sohbet edelim.” demekti. Görenler de zaten anlarlardı bunu.
Babam, İbrahim Şen, Kâzım Yalım, Ali Uçar... doluşurlardı Ali Emminin odasına.
Çok iyi bilirlerdi, hassas olup ta kızdığı ve küfrettiği noktaları.
Sohbetin konusu ne olursa olsun, evirir çevirir ve Ali Emminin hassas olduğu konuya getirirlerdi. Komşumuz olması nedeniyle, zaman zaman böyle sohbetlere katılma fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum.
Bizim eski nüfus kâğıtlarımız çok yapraklıydı ve “İli” hanesinde Kırşehir yazardı.
1950’li yıllarda Mecliste üç parti vardı: Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Millet Partisi. Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı Kırşehirli olduğu için, Kırşehir ilinde tüm oylar ona verilirdi. Bizim köyümüzdeki oyların da %90’ını alırdı Bölükbaşı. Bu durum, Demokrat Partinin hoşuna gitmediği için; Kırşehir ilini ilçe yaptı ve bu nedenle de ilçemiz Hacıbektaş Nevşehir’e bağlandı.
Daha sonraları parti genel başkanlığından ayrılan Bölükbaşı, partisini başka ellere teslim edince; ne yapsın Ali Emmi kızmasın da?
“Ah, ah! Akıl mı var bende. Keşke ellerim kırılsaydı da ona oy vermeseydim!” diye bağırırdı avaz avaz.
Köyümüz dışında ilk okuyanlardan biri de Ali Emminin oğlu Hilmi Ağabeydi.
Nevşehir’de okutmaya çalışmış 1940’lı yıllarda oğlunu.
Savaş yılları...
Tüketimin karneye bağlandığı yıllar...
Hitler Faşizminin sınırlarımıza kadar dayandığı seneler...
Parasının azalmaya başladığı bir gün, mektup yazarak Ali Emmiden para istemiş
Hilmi Ağabey :
Mektup, “Babacığım, evvela selam eder anamın ve senin ellerinden öperim.” diye başlıyormuş ve “... acil olarak 10 liraya ihtiyacım var babacığım, mutlaka gönder; göndermezsen hayatım tehlikede!” diye bitiyormuş.
Mektubu birkaç kez okuduktan sonra, almış eline kâğıt ve kalemi ve oğluna şu mektubu yazmış Ali Emmi: “Evvela gözlerinden öperim oğlum. Mektubunda; acele 10 lira göndermemi, eğer göndermezsem hayatının tehlikeye gireceğini yazmışsın.
Yavrum, bu parayı gönderirsem bu sefer de benim hayatım tehlikeye girecek. İyisi mi senin hayatın tehlikede olsun!”
Yıllar önce yaşadığı bu gibi olayları, kendi biçemiyle, sanki o gün yaşıyormuş gibi ballandıra ballandıra anlatırdı Ali Emmi.
En son, ölümünden 10 ay kadar önce gördüm; bir zamanlar nargile içtiği ve tadına doyumsuz sohbetlerin yapıldığı odasının önünde.
Felçliydi ve yürüyemiyordu: Sadece ağlaştık.