Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam42
Toplam Ziyaret731237
Pirahã Halkı ve Dili
Daniel Everett, Pirahã kabilesi'ne dair özellikleri anlatıyor,
videodaki konuşma ve alt yazı İngilizcedir!

Manchester Üniversitesi dilbilim profesörü Daniel Everett Amazonlarda Maici nehri kıyısında yaşayan Pirahã halkının dilini 1977’den beri  inceliyor. Everett, Pirahaların arasında toplam yedi yıl geçirdi, buna karşın bulgularını yayınlamaya bugüne kadar cesaret edemiyordu. Çünkü bulgular, büyük popülaritesi olan doğuştanlık kuramına ters düşüyordu; nitekim genelce diye kabul edilen ve bütün dünya dillerinde olduğu varsayılan bazı dil(bilgi)sel özellikler Pirahãda yer almıyordu; dolayısıyla çağımızın en ünlü dilbilimcisi N. Chomsky ve  S. Pinker için bile bu bulgular dilbilim tartışmalarının odağını oluşturuyor.

Pirahãların en önemli özelliği tutumluluk: Yalnızca üç adıl kullanıyorlar; zaman  anlatan sözcükler bulunmuyor; eylemlerde geçmiş zaman yok. Renkleri somut olarak anlatmak da bu dil için önemsiz. Fakat en şaşırtıcı nokta, yantümce olmaması. Pirahãlar “İşimi bitirince sana gelirim” gibi bir tümcenin yerine “İşimi bitiririm, sana gelirim” der.

Everett “herkes”, “tümü/bütünü”, “daha çok” gibi sayı sözcüklerini de köylülerden hiç duymadığını söylüyor.  Everett “bir”e yakın anlamı olan “hói” diye bir sayı sıfatı duyduğunu, ancak bu sıfatın aynı zamanda “küçük” ya da “daha az” anlamına geldiğini belirtiyor (Örneğin “büyük bir balık” yerine “iki küçük balık”). Pirahãlar işlerini parmak hesabıyla yürütüyorlar.

Columbia Üniversitesi’nden ruhdilbilimci P. Gordon “Science” dergisinde yayınlanan çalışmasında güvercinler ya da şempanzeler sayılardan ne kadar anlıyorsa, Pirahãların da o kadar anladığını, “sayı kavramı” olmayınca sayıları ayırt etmenin de olanaksız olduğunu  söylüyor.

Everett Pirahãlara birden ona kadar saymayı öğretmek için sekiz ay uğraşmış, ancak öğretememiş. Everett bunun Pirahãların aptal olduğu anlamına gelmediğini, zekalarının  önlisans düzeyindeki bir kişinin zekasından daha düşük olmadığını belirtiyor.

Everett bütün bu olağandışı durumları şöyle açıklıyor: Dil, kültür aracılığıyla dünyaya gelir. Pirahãların kültürü ise “şimdi ve burada  yaşamak”  biçiminde özetlenebilir. Sadece doğrudan doğruya yaşananlar anlatılmaya değer bulunuyor. Bütün olaylar konuşma anına bağlıdır. Bu yaşam biçimi soyutlamayı ve geçmişle karmaşık bağlantılar kurmayı engelliyor, böylece dili sınırlıyor.

Pirahãların çocuklara ad verme yöntemi de ilginç: Çocuğa, herhangi bir yönüyle benzediği bir kabile üyesinin adı veriliyor. Bugün ve şimdi önemi olmayan şey unutuluyor. Örneğin çoğu kişi dede ve nenelerinin adını anımsamıyor.

Evrensel dilbildisinin özünü sesbilgisinin mi, biçimbilgisinin mi ya da başka bir dilbilgisel ulamın mı oluşturduğu konusu tartışmalı olsa da, dilbilimin duayeni 77 yaşındaki Chomsky’nin tartışmasız kabul ettiği bir şey var: bir yapının kendi kendisinin bir parçası olarak yinelenmesi (Rekursion). Chomky’ye göre yineleme olmadan ne matematik, ne bilgisayar ne de felsefe olurdu. İlke olarak, yineleme olmasaydı yantümce kurmak da olanaksız olurdu. Pinker buna dayanarak diyor ki: Pirahãda yantümce yok ise; yineleme, insan dilinin kendine özgülüğünün kaynağı ve nedeni, hatta evrensel dilbilgisinin bir öğesi de olamaz. Bu görüş, Chomsky’nin çürütülmesi anlamına gelir.

Bu bulgular, sözcüklerin düşünceyi belirlediğini savunan B. Whorf’u yeniden gündeme oturtmuştur.

Bugün itibarıyla hiç kimse Everett’in bulgularını doğrulayacak ya da çürütecek durumda değil. Çünkü onun gibi iyi Pirahã bilen yok. Buna karşın Chomsky’nin de çevresinden olmak üzere birçok araştırmacı bu yıl Maici’ye gidip Everett’in bulgularını/savlarını yerinde inceleyecek

(Rafaela von Bredow’un Der Spiegel’deki  haberinden aktaran: Prof. Dr. Tahir Balcı; 17. sayı, 24.4.06, s. 150-152).

ABİT KIZI

HAYATİ AKDEMİR
Uzun bir zamandan beri yazıya aktarmakta olduğu hikayelerden bir tanesi olan ve Abit Kızı'nı, Ortaçeşme'yi ve Çöloğlu'nu konu edinen bu yazıyı sitemize gönderen sayın Hayati Akdemir'e gönülden teşekkür eder, bu tür paylaşımlarının devamını bekleriz!
kosektas.net


Köyün tam orta yerindeki Ortaçeşme her zamanki gibi ağır, yorgun ve gururluca akardı. Köyün yarıdan fazlası buradan evine su taşır, hayvanlarını burada sulardı. Köyün tam orta yeri olduğundan, köye gelen deşiriciler, dilenciler, satıcılar, sergiciler, çerçiler, tüccarlar genellikle burada konaklar, sergilerini, çadırlarını burada açarlar, alışverişlerini burada yaparlardı. Halim Çavuş’un dükkanı çeşmenin hemen üstbaşında olduğundan, köyün delikanlıları burada toplanır, voltayı buradan vururlardı, köyün genç kızlarının en sevdiği çeşme burasıydı. Halılar, kilimler, yünler, yorganlar, çuvallar, çamaşırlar burada yıkanır, altı yedi evin bahçesi buradan akan suyla sulanırdı.

Ortaçeşmenin bir de kara kuru sahibi, koruyanı ve gözeteni vardı. Elinden hiç eksik etmediği kara kössa ile duruşu, tıpkı Ankara’daki Ulus Meydanı’nda yer alan ve ulusal dayanışma kahramanı Kara Fatma Ana’yı simgeleyen heykeli andırırdı. Ellerini beline koyup öyle dik, öyle heybetli dururdu, gözlerini ağartıp öyle sert bakardı ki, okuldan eve dönüşlerimizde, çeşmeden su içmeye cesaret edemediğimiz gibi, kaçacak delik arardık. Asıl adı Fadime idi. Ancak, babasının adından dolayı olsa gerek, sürekli “Abit kızı beri”, “Abit kızı öte”, “Abit kızı geldi”, “Abit kızı gitti” denildiğinden, köyün çoğu asıl adını bilmezdi.

Çeşmenin hemen altbaşında, yirmi, yirmi beş metre uzağında, yerli yerince, tertiplice döşenmiş iki gözlü bir evde, eşi Çöloğlu ile birlikte, sade bir hayat sürerdi. Eşi Çöloğlu tombul, etine dolgun, beyaz tenli, ak sakallı, şakacı, konuştuğu zaman herkesi ağzına baktıran, kendini dinlettiren, temiz, tertipli, titiz, biraz hovarda, biraz da lafazanın biriydi. Hiç çocukları olmamıştı. Bu yüzden, Çöloğlu, başka bir kadınla, Server'le, ikinci bir evlilik yapmış, ancak yapmış olduğu bu ikinci evlilikten de çocuk sahibi olamamıştı. Tarla, bağ, bahçe işleriyle Çöloğlu, ev işleriyle Abit kızı ilgilenirdi.

Abit kızı, çeşmeyi gözü gibi korur, çevresine  çöp kondurmaz, etrafında kuş uçurtmazdı. İyi de yapardı. Aslına bakılacak olursa, yıllarca koca köyün kahrını Abit kızı ve diğer kadınlar çektiler. Yokluk, kıtlık içinde yaşadılar; yemedi yedirdiler, içmedi içirdiler, giymedi giydirdiler. Ne ilendiler, ne de dilendiler; aşgarla saçlarını, külle ellerini, kille de çamaşırlarını yıkadılar. Hepsini saygıyla anıyorum, ruhları şad olsun!




Deşirici: Toplayıcı. Yaşamını giyecek, yiyecek ve içecek maddeleri toplayarak sağlayan kimse.

Dilenci: Yaşamını dilenerek sağlayan kimse.

Çerçi: Köy köy dolaşarak, kuru yemiş ve ufak tefek tuhafiye eşyaları satan gezgin esnaf.

Tüccar: Tacir. Geçimini ticaret yaparak sağlayan kimse.

Volta: Gezinme. Bir istikametten bir başka istikamete doğru havalı havalı yürüme.

Abit Kızı: Fadime Çöl.

Abidin: Abidin Şimşek.

Kössa: Eskiden tandırda yanan ateşi karıştırmak için kullanılan ince ve uzun metal sopa.

Kara Fatma Ana: Halk arasında ulusal dayanışma kahramanı Kara Fatma olarak bilinen Fatma Seher Erden

Göz Ağartmak: Bir kimsenin başka bir kimse veya kimselere sert, ciddi, korku verici, saygı uyandırıcı bakışı.

Heybetli: Duruşu, görünüşü korku ve saygı uyandıran.

İki gözlü bir evde: İki odalı bir evde

Çöloğlu: Mustafa Çöl (Ayrancı)

Hovarda: Zevkine düşkün, çapkın.

Lafazan: Geveze; gereğinden fazla konuşan.

Server: Server Çöl.

Kıtlık: Yokluk; ihtiyaca yetmeyecek oranda azlık.

İlenmek: Başkaları için kötü dilekte bulunmak, beddua.

Dilenmek: Sadaka istemek; kendisini acındırarak başkalarından para veya yiyecek, içecek, giyecek maddeleri istemek.

Aşgar: Duvar diplerinde yetişen bir bitkinin ezildikten sonra kaynatılmasıyla elde edilen bir sıvı.

Killi Toprak: Oldukça yumuşak ve yapışkan bir toprak türü.




 

 


0 Yorum - Yorum Yaz
Şehleray Dili

Bedros Tıngır'ın Evrensel Dili Şehleray
The Seh-lerai Language

Şair Bedros Tıngır'ın dünya barışına hizmet etmesi için tasarladığı, icat ettiği ve kurallarını, gramerini oluşturduğu Şehleray dilinin hazin hikâyesi...

Şair Bedros Tıngır’ı (Petros Tıngıryan) ve tasarladığı Şehleray dilini pek bilen yoktur. Kendisi 19. Yüzyılda 40 yıl boyunca İzmir Buca’da yaşamış ve 1881 yılında Buca’da ölmüş Ermeni bir şairdir. Dokuz dile (Ermenice, Yunanca, Latince, Arapça, Farsça, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Sanskritçe) hâkim olan Tıngır, 1865 yılında burada, uluslararası olarak kullanılabilecek Şehleray dilini icat etmiştir. Bu dil Tıngır’a göre, bütün ülkeler arasında barışı ve sevgiyi teşvik edecek, dinler üstü, diller üstü, uluslar üstü kimlikli bir dil olacaktır. Tıngır, çeşitli dinlere ve dillere bölünmeye maruz kalmadan evrensel tek bir dilin ulusları birbiriyle bütünleştireceğine ve hatta tüm bireysel çekişmelere, tüm kavgalara ve tartışmalara bir son vereceğine inanmıştır. Tıngır, dilinin dünya çapında, tüm uluslar tarafından sevgi ve direniş olmadan kabul edileceğini hayal etmiştir. Hedefinde, yıkılmayacak bir Babil Kulesi inşa etmek vardır.

Böyle bir hayat felsefesi benimsemesinde, Tıngır’ın yaşadığı kimi olaylar da etkili görülmektedir. Tıngır, 3 Eylül 1799'da Konstantinopolis'te doğmuş, 21 Ekim 1811 yılında Ermeni Katolik Mekhitarist İlahiyat Fakültesi’nde rahiplik için eğitim almak üzere Viyana'ya gönderilmiştir. Bedros'a 7 Eylül 1813'de dini bir sembol taşıyan Karapet ismi verilmiştir. On dokuz yaşında bir rahip olarak görevlendirilen Karapet, Konstantinopolis'e dönmüş, ancak 1827-1830'da başkent Ermeni Ortodoks Patrikhanesi tarafından kışkırtılan Ermeni Katoliklerine yönelik zulüm sırasında şehirden gönderilmiştir (Russell, 2012, s.3). Tıngır, ilk önce Bükreş'e gitmiş, 8 Ocak 1828'de Viyana'daki manastırına dönmüş, buradan hem Ermeni Katolikliği hem de kendisine verilen Karapet ismini reddederek ayrılmıştır. Yolculukları onu son olarak İzmir'e taşımıştır. Fikrimce, dinler ve diller üstü, barış ve sevgi taşıyacak bir dil icat etme motivasyonunun altında, yaşadığı zorlu mücadeleler yatmaktadır.

Tıngır, icat ettiği yeni dili, çeşitli dillerin çeşitli seslerinden, özellikle Sanskritçe'den oluşturmuş, çeşitli karakterlerin parçalarından oluşan bir amalgam yaratmıştır. Herhangi bir ulus tarafından kabul edilip kullanılmadığından Şehleray, bir dil olarak adlandırılamamıştır. Tıngır, icat ettiği dil için bir gramer kitabı ve sözlük hazırlamıştır. Oluşturduğu alfabeyi temel aldığı bir müzikal notalama sistemi dahi geliştirmiştir (Russell, 2012, s.3).

Eğitiminin bir kısmını Viyana’da, bir kısmını da İstanbul’da tamamlayan Tıngır, şair olmasının yanı sıra bir dilbilimci olarak da kabul edilebilir. Kendisi, yeni oluşturduğu Şehleray dilinde şiirler yazmış, gelen ziyaretçilerine bu dilin Fransızca tercümesinden şiirler okumuştur. Fakat kendisi dışında Şehleray dilini anlayabilen, o dilden eserleri okuyabilen biri olamamıştır maalesef. Elbette elimize ulaşan eserleriyle, özellikle de yazdığı gramer kitabı ve sözlük vasıtası ile dilin analizi ve bu dil üzerinden yazılan şiirlerin analizi mümkündür.

Tıngır, Buca’daki evinin girişine, kendi tasarladığı dili kullanarak ‘’Ayzeradant’’ yani ‘’Bilgelik Tapınağı’’ yazmıştır (Russell, 2012, s.4). Evinde dilbilimi üzerine çokça kitap içeren bir kütüphanesi bulunmaktadır. Ünlü yazar William Saroyan, Bedros Tıngır’ın yakın arkadaşlarındandır. Bedros Tıngır’ın yaşadığı yer bugün, Tıngırtepe olarak adlandırılmaktadır; lakin orada yaşayan halkın Bedros Tıngır hakkında bir bilgisi olmamakla birlikte, Şehleray dili hakkında da fikirleri bulunmamaktadır.

Bugün, Bedros Tıngır’ın evini görmek mümkün değildir; Tıngır’ın evinin bulunduğu yerin üzerinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin devasa bir heykeli bulunmaktadır. Şehrin hafızasının geri kazandırılması, Bedros Tıngır’ın çok önemli bulduğum dil felsefesinin görünür kılınması için Tıngır hakkında geniş kapsamlı araştırmalar başlatılmalı, çeviri faaliyetleri yapılmalıdır.

Gözde YILMAZ 

Kaynakça:

Russell, James (2012) "The Seh-lerai Language", Journal of Armenian Studies.

Harvard Library