Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam182
Toplam Ziyaret752747
Öteki Çanakkale

Çanakkale Savaşları`nın yıldönümlerini, toplumu sarmalayan şiddet kültüründen kurtulmak için yaşamın, kardeşliğin, yurt ve dünya barışının dillendirildiği
günlere dönüştürmeliyiz!

Köyümüz bilgisunum sayfasına böylesi baştan sona barış kokan bir çiçek sunmuş olmasından dolayı öğretmen Hacı ÇÖL'e çok teşekkür ederiz!

kosektas.net 


Çanakkale`den Barışa Giden Yol

Son günlerde sitemizde Çanakkale Savaşları’yla ilgili tartışma yazılarını ilgiyle izliyorum. 18 Mart tarihi yaklaştıkça konunun daha da güncelleşeceğini düşünüyorum.

18 Mart savaşın başlangıcı olarak kabul edilir, öyle bilinir. Oysa İngiliz birlikleri 19 Şubat 1915 tarihinden itibaren Settülbahir ve Kumkale mevkilerini bir ay boyunca bombaladı. Çanakkale Savaşı’nı bir bütün olarak değerlendirecek olursak 19 Şubat’ı başlangıç olarak kabul etmemiz gerekiyor.

Ortaokul Sosyal Bilgiler öğretmenim Köksal Altun (Köksal Hoca) bize tarihi; sebepler, olaylar ve sonuçlar olarak incelenmesi gerektiğini öğretmişti. Ne iyi öğretmiş, hocamı saygıyla anıyorum. Çanakkale Savaşı’na bu açıdan bakacak olursak; öncelikle bu savaş neden yapıldı, gerekçeleri neydi? İlk akla gelecek olan “düşmanlar yurdumuzu ele geçirmek istiyordu” olurdu herhalde. Evet itilaf devletleri bunu istiyor olabilirler. Ama onların asıl hedefi boğazları geçip Rusya’ya yardım etmekti. Bu arada Enver Paşa’nın iki Alman gemisine Osmanlı bayrağı çekerek Karadeniz’e geçip Rus kentlerini bombalaması ile Osmanlı Devleti’nin resmen savaşa girdiğini de belirtelim. Savaşlardan bitkin düşmüş bir halkı yeni ve büyük bir savaşın ortasına atan başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçılar’ın asıl amacı Turan ülküsünden başka bir şey değildi. Mustafa Kemal’in o yıllarda düşünsel olarak İttihatçılar’dan ayrıldığını da ekleyelim.

Birinci Dünya Savaşı başlamış, bütün şiddetiyle sürüyor ve kendimizi savaşın içinde buluyoruz. Yıllardan beri yapılan Rus Savaşları (93 Harbi), Balkan savaşları, Trablusgarp Savaşı, Suriye ve Mısır Savaşları derken askeri ve ekonomik anlamda bitkin düşmüşüz. Ordu bu savaşlar sonunda iyice yıpranmış. Çanakkale için yeniden seferberlik emri çıkarılıyor, eli silah tutan erkekler askere alınıyor. Mesleği asker olmayan bu insanların çoğu öğretmen, doktor, esnaf, tüccar gibi çeşitli meslek gruplarındandı. Yani ülkenin aydın ve üretken insanlarıydı.

Savaş değişik cephelerde bir yıla yakın sürdü. Her iki taraftan yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Ne kadar kolayca söyleyiverdik “yüz binlerce insan hayatını kaybetti”. Onların aileleri, geride bıraktıkları hayatları, savaş sırasındaki yaşadıkları psikolojik travma.

Bugün rahat koltuklarımızda, o insanların yaşadıklarını anlamaya çalışmak, empati kurmak ve hak ettikleri en büyük saygıyı içimizde duyumsamak o insanlar için yapabileceğimiz en önemli şey galiba. Karşılıklı cephelerde savaşan, adını, sanını, memleketini bilmediği insanlarla yeri gelip ekmeğini paylaşan onurlu insanlar savaşın ne kadar gereksiz olduğunu bize gösteriyor.
   
Savaşın bitiminde Çanakkale geçilmemişti. Yokluklar içinde mevzilerini savunan bu insanlar kendinden kat kat büyük ordulara boyun eğmemişti. Başta Anafartalar komutanı Mustafa Kemal olmak üzere hepsini rahmet ve şükranla anıyoruz (Annemin dedesi de Çanakkale’de kalmış, künyesi bile gelmemiş). Evet Çanakkale geçilmemişti. Savaş kazanıldı demiyorum. Zira yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği bir savaşın kazananı olmayacağını düşünüyorum. İtilaf devletleri İstanbul’a, oradan da Karadeniz’e ulaşamadılar. Buna bağlı olarak tarihin seyrini değiştirecek önemli gelişmeler oldu. Rusya’da çarlık rejiminin yıkılması, Ekim Devriminin gerçekleşmesi Kurtuluş Savaşı sırasında bizi oldukça rahatlattı. Aksi durumda, bir de doğu cephesinde Ruslarla savaşmak zorunda kalsaydık, Kurtuluş Savaşı nerelere evrilebililirdi, tahmin etmek bile oldukça güç olurdu.

Çanakkale Savaşı’na salt “vatan savunması” gözüyle bakmak yanıltıcı olabilir. Savaş bitiminde başkent kurtulmuştur. Ama aradan birkaç yıl geçmeden (13 Kasım 1918) İstanbul işgal edilmişti. İngiliz gemileri boğaza demirlemiş, şehrin sokakları yabancı askerlerle dolmuştu. Uğruna Çanakkale’de onca insanımızı kaybettiğimiz ülkede, İstanbul’un fiili işgaline karşı bir tek kurşun bile atılmamıştı. Bu açıdan değerlendirecek olursak, o insanlara karşı haksızlık etmiş oluruz. Bunca çaba, eziyet heba mı oldu diyeceğiz?

Çanakkale Savaşları’nın yıl dönümlerini, genç kuşaklara şehit olmanın erdemlerinin anlatıldığı; ölümün, öldürmenin özendirildiği günler olmaktan çıkartıp, toplumu sarmalayan şiddet kültüründen kurtulmak için, yaşamın, kardeşliğin, yurt ve dünya barışının dillendiridiği günlere dönüştürmemiz gerekiyor. Ancak o zaman uğruna nice canlar verdiğimiz bu güzel yurdu yaşanır kılabiliriz.

Hacı ÇÖL

Kırşehir,  11.3.2006, 22:00

Şiirlerle Şenlendik - 23 Bölüm

ŞİİRLERLE ŞENLENDİK - 23. BÖLÜM

"Şiirlerle Şenlendik" adlı yazı dizimizin 23. bölümünü
siz ziyaretçilerimize sunmanın kıvancını yaşıyoruz!
kosektas.net

Şair Dr. Salim ÇELEBİ

8 Mayıs 2015, Cuma

Şiirlerle Şenlendik, 23 - Göçmen İşçiler

Ortak simgeleri şiirlerinde en akıcı, en uyarlı şekilde kullanan şairlerimizin başında gelir Ozan Telli. Şiirini okuduğunuz anda, alıp götürür sizi yıllar öncesi bir yaşantınıza. Okunan sözcükler, unutulmaya yüz tutmuş simgeler; bilinç ötenizin kapısını aralar ve o anınızı dününüzle buluşturur. Anımsatır, dününüzle yüzleştirir; kendinizle barıştırır sizi.

Yaşıtım Ozan Telli: 1950 doğumlu. Şiirleriyle 1970’li yılların sonunda tanıştım. İçimizden biriydi. Bizi, bize; bizim sesimizle, bizim gibi anlatıyordu: Sade, duru, içtenlikli…

Ozan Telli’yi de kaçırdık yurt dışına. Kovduk adeta. Yazdığı şiirleri, düşüncelerini; sakıncalı saydık ülkemiz için; boğduk, yasakladık. Şu anda yurt dışında İsveç’te yaşıyor Ozan Telli. Başta yurdum insanı olmak üzere, tüm insanlar için, yeni şiirler üretmeye devam ediyor İsveç’ten.

Yurt dışına emek göçü başladığı zaman, 10-11 yaşındaydım. Önce Almanya’yı tanıdık, daha sonra da diğer Avrupa ülkelerini. Yasal altyapısı oluşturulmadan, yurt dışına emek göçünün başladığı o yıllar ne zaman aklıma düşse, hep aynı cümleleri çağrıştırır beynim: İş ve İşçi Bulma Kurumu… Ütüye ihtiyaç duymayan naylon gömlek… HB sigara… Elde taşınan pilli radyo ve teyp…

GÖÇMEN İŞÇİLER

Göçmen işçileriz göçüp gelmişiz
ayrılık şerbetin içip gelmişiz,
sıra sıra sınır geçip gelmişiz
dış düşmana terimizi satmaya,
iç düşmanın kârına kâr katmaya
ve bir ucundan tutmaya
                 bizim olan geleceği.

Biliriz toprağı sürüyen seli.
Kopmuşuz ilimizden
kopmuşuz dalımızdan…
Biliriz toprağı sürüyen yeli.
Nasıl eser
nasıl susar
               biliriz,

yedi iklim dört köşeden geliriz.
Dört çiçekten bal alırız:
Sarı
    kızıl
          kara, ak,
okyanusa akarak;
Ustanın doğduğu ülke içinde
genişler halkalar halka içinde:
Suya düşünce taş
davranınca beden
düşününce baş:
Gör neler olur
duy neler olur
uyy neler olur!..
Uyy neler…

Yaban ellerinde doğar dölümüz
yaban ellerinde kalır ölümüz.
Halkların halaya durduğu yerde;
kendi türkümüzü söyler dilimiz
kendi türkümüzü çalar elimiz:
Gitarla
        santurla
                   sazla sevdalı;
ekmekle
        şarapla
              tuzla sevdalı;
duyulur sesimiz sesler içinde
başkaldırır Güneş sisler içinde.
Gün çekeriz yaşamaya canım hey,
can çekeriz yaşamaya canım hey!
Güvercin çekeriz: Gözleri güzel.
Kartal çekeriz: Kanatları kahraman.
Çimento çekeriz, çelik çekeriz, çark çekeriz;
çıkrık çekeriz, şelek çekeriz, aşk çekeriz:
                          Yarılmış ellerimizle
                          gerilmiş kollarımızla,
                          yapısına yarınların
ve yapıların harcına.

Akar buram buram duru terimiz,
terimizin aktığı yer, yerimiz.
Beklesin bayrağımızı burçlar baharda,
nasıl da nazlı salınacak seherde
nasıl da özgür…
Gölgesinde gönenecek gönüller,
destanımız okunacak renginde.
Kırmızı yelken gibi enginde
türküsünü söyleyecek rüzgârların.
Geceyi öldürecek
Güneşi güldürecek
karışacak gök denize:
                  Mavi maviye
                  mavi maviye.
Yarışacak gök denizle:
                  Mavi maviyle
                  mavi maviyle.

Bir Bahar Önü

Elli altmış yıl öncesinden bir bahar önü.

Uzun geçen kış mevsiminin sonunda, hasretle beklenen bahar, köyde yüzünü gösterdi. Güneş çıktı. Üşüyen toprak biraz ısındı. Toprağın üstünde üç aydan beri bekleyen kar erimeye başladı. Kar eridikçe toprağın üstü açıldı, toprağın ıslaklığı geçti ve eriyen karın altından önce kardelenler, sonra sarı çiğdemler toprak üstüne çıktı.

Kış boyu ahırlarda hapis olmuş tavuklar, inekler, atlar, öküzler, danalar, koyunlar, kuzular dışarı çıkarak açık havanın tadını aldılar. Çocuklar çiğdem toplamak üzere donu çözülmüş kırlara koştular. Güneşin ısıttığı ve ıslaklığını aldığı yol üstündeki küçük toprak yığınlarının içinden çıkan ve arka arkaya dizilen karıncalar baharın yaklaştığının habercisi oldu.

Kuzey yamaçlarda henüz erimeyen kar, gümüş rengini alırken, güneş, arkasına koyu bir kızıllık bıraktıktan sonra kayboldu. Geride kalan, ayaza dönen esinti ile ocaklardan, tandırlardan çıkan koyu dumandı.

Akşam karanlığı ile herkes evine çekildi. Sokaklar ıssızlaştı. Dışarıda, çöplük başlarında siftinen birkaç uyuz zağar ve duvar başlarında oynaşan kedilerin yanında, ahıra girmeyen çelimsiz, yaşlı bir at kaldı.

Gün batımından bir süre geçtikten sonra, gökyüzünün kızıllıkları da kayboldu. Ay, tüm güzelliğini gururla sergiledi. Gecenin bulutlarını sürükleyen serin bir esinti devam etti. Kümeleşen bulut, Ay’ı gölgeledi. Ay’ın parlaklığı silindi. Yeryüzü karardı.

Akşam eve dönmeyen ineği kurt yemesin diye Akif Hoca’ya, kurt duası okutuldu, dua esnasında kemik saplı bıçağın ağzı üç defa açılıp kapatıldı ve kurt ağzı bağlandı.

Kış süresince, kuru tahıl ve una dayalı yiyeceklerle beslenen insanlar, kırlarda, tarlalarda yeşilliğin görünmesi ile birlikte, bildikleri madımak, cırtlık, yemlik, tülü, hardal, kızılcık ve ebegümeci gibi doğada kendiliğinden yetişen, çiğ veya pişirilerek yenebilecek bitkileri toplamak için kadınlar bozkıra dağıldılar. Köyün delikanlıları at arabalarını koşarak, bir kış boyu ahırda kapalı kalan atların hamlarını aldılar.

Uzun süre evlerde kapalı kalan genç erkekler, çamuru yeni kurumuş arazinin üstünde çelik oynamaya, çocuklar bezden yaptıkları toplarla sokak aralarında top oynamaya başladılar…

Yeni çalışmamdan çıkarttığım bir sayfa,

Hüseyin Seyfi,

16.05.2016