Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam162
Toplam Ziyaret738648
Norman Rockwell

Bir spor olayı, bir tartışma, zorlu bir çalışma, bir çeşit gevezelik, Norman Rockwell'in işlemiş  olduğu, resimlerine yansıtmış olduğu kimi konular, ancak uyum yıllarında ABD'li polis memurlarının himayesinde okula giden bir kız çocuğunu konu edinen “Hepimizin Yaşadığı Sorun” adlı çalışması, belki de en dikkate değer olanı.

Üretken ve yetenekli bir illüstratör olan Norman Rockwell, 20. yüzyılın ortalarında Amerika'nın en popüler sanatçısıymış ve haftalık The Saturday Evening Post dergisi için üç yüzün üzerinde kapak resmi çizmiş. 

Tarzı abartılı bir gerçekçilik olan Rockwell’in resimleri, gerçek gibi görünen insanlar, sadece bir miktar karikatür içeriyor. Rockwell zamanla, Saturday Evening Post'un okuyucu kitlesinin ilgisini çeken hikayeler ve karakterler konusunda uzmanlaşmış: Beyaz, Orta Sınıf Amerika, Yaramaz Çocuklar, Vızıltılar ve At Kuyruklular, Yakışıklı Kocalar ve Pembe Yanaklı Eşler, Nazik ve Kibar Büyükler, Sevimli Köpekler ve daha niceleri,  kimi zaman belirli bir anın hemen öncesinde, kimi zaman da  hemen sonrasında yakalanmışlar Rockwell’in fırçasına.

Bir spor olayı, bir tartışma, zorlu bir çalışma, bir çeşit gevezelik, işlemiş  olduğu, resimlerine yansıtmış olduğu kimi konular, ancak uyum yıllarında ABD'li polis memurlarının himayesinde okula giden bir kız çocuğunu konu edinen “Hepimizin Yaşadığı Sorun” adlı çalışması, belki de en dikkate değer olanı.

Resime konu olan Ruby Bridges, 1954 yılında doğmuş; aynı yıl yüksek mahkeme, aldığı bir kararla, o yıllarda okullarda yapılan ayrımcılığın anayasaya aykırı olduğunu ilan etmiş. Ancak, Ruby Bridges anaokuluna başladığı yıllarda, birçok okul yüksek mahkemenin aldığı karara uymamış. Ruby'nin ebeveynleri, New Orleans'taki okullarda yapılan ayrımcılığa karşı çıkmışlar, fakat bunun bedelini çok ağır ödemişler: Babası işini kaybetmiş, çiftçilikle uğraşan büyükannesi ile büyükbabası topraklarından ayrılmak zorunda kalmış. 

Evli ve dört çocuk annesi olan bayan Bridges Hall, New Orleans'ta, demokratik değerleri; hoşgörüyü, saygıyı ve tüm farklılıkların uyum içinde yaşamalarını teşvik etmek amacıyla, “Ruby Bridges Vakfı”nı kurmuş. Barack Obama, okullarda ayrımcılığa karşı başlatılan mücadelenin 50. yıldönümünde, Norman Rockwell Müzesi’ni Ruby Bridges Hall ile birlikte gezmiş ve o tablonun önüne geldiklerinde: "Eğer siz olmasaydınız, ben bugün başkanlık koltuğunda oturmayabilirdim!” demiş.

Ruby'nin okula yürüyüşü, Amerika’daki iç savaşa kadar uzanan bir tarihin parçası olmuş. Abraham Lincoln'ün özgürlük bildirgesine ve ABD anayasasında köleliği kaldıran bir değişikliğin kabul edilmesine rağmen, Afrika kökenli Amerikalılar hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamamışlar. 1800'lerin sonlarına gelindiğinde ise, güney eyaletlerde yürürlükte olan "Jim Crow Yasaları", siyah tenlilerin kütüphaneler, okullar, toplu taşıma araçları ve yüzme havuzları gibi herkese açık sosyal tesisleri beyaz tenlilerle paylaşmalarını engellemiş..

Bilgi: Bu sütuna aktarılan bilgiler, "The Saturday Evening Post" adlı haftalık bir derginin Internet sayfasından edinilmişlerdir! 

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Bir Yudum Köşektaş

 
BİR YUDUM KÖŞEKTAŞ
 
 

Şifahilikten kurtulup kanıtsallığa ulaşmak için bu tür yazılı belgelere ihtiyaç var!
Görünürde olanın ve bilinenin ötesine geçerek, Köşektaş ve insanına yönelik bilgileri gün ışığına çıkaran Hüseyin Seyfi öğretmenimize, belge niteliği
taşıyan bu yazısı için çok teşekkür ederiz!
kosektas.net
  
HÜSEYİN SEYFİ

28 Mart 2014, Cuma

Köşektaş, Kapadokya dairesi içinde, Avanos’a 35, Hacıbektaş’a 20 km. uzaklıkta şirin bir köy.
Henüz beş altı yaşındayım. Evimizin arkasında, bir karış tozu olan yolda, yaşıt birkaç çocuk birlikte oynuyoruz. Önce derinden, sonra gittikçe yaklaşan metalik bir gürültüye dikkat kesiliyoruz. Gürültü şiddetini artırınca korkmaya başlıyoruz. Bu sırada, benden iki yaş büyük ablam, nereden aklına geldi bilmiyorum, “Teççel meççel”, “Kaçın, teççel meççel gelmiş.” diye bağırınca, her birimiz, bir tarafa dağılıyoruz. Ben, doğru samanlığa kaçıyorum. Kalbim, küt küt vuruyor. O sırada ablam yetişiyor. Bu kez de, “Kardeşim, dünya batıyor. Önce çocukları götürecekmiş teççel meççel, sonra da büyükleri.”

Samanlık karanlık, korkuyorum, teççel meççel ha geldi, ha gelecek. Bereket versin biraz sonra gürültünün gittikçe uzaklaştığının farkına varıyoruz. Derin bir nefes alıyoruz ve korkumuz geçiyor.

Sonradan öğreniyoruz ki, o müthiş gürültüyü çıkaran, köye köprü yapımı için gelen paletli bir dozermiş.

Bu olay, çocuklar olarak bizim teknikle ilk tanışmamız ve teknikten ilk korkumuz oluyor.

Köylüye gelince; onun teknikle buluşması, hatırladığıma göre ya burunlu bir otobüs veya “Gazlı Fordsun.” Belki de onlara göre, az öncesi vardı teknikle tanışmışlığın. Bilmiyorum, askerlikte veya gittikleri şehirlerde.

Gazlı Fordsun da oldukça gürültülü çalışan bir traktördü tıpkı eski kömürlü trenler gibi.

Traktör köye yeni geldiğinde, önündeki bir delikten sokulduktan sonra kıvrılıp döndürülen, ‘L’ şeklinde bir levye ile çalışırken, sonradan traktörün yan tarafında bulunan teker şeklindeki kasnağına sarılan bir urganın onbeş, yirmi kişi ile çekilip, hızla döndürülmesi ile çalışır olmuştu.

Gazlı Fordsun, mavimsi renkte bir traktördü; köylünün teknikle buluşup kucaklaştığı araç. Yani karasaban, pulluk ve motor. Diğer bir deyimle, öküz, at, traktör. Tıpkı bataryalı, pilli, elektrikli radyolar silsilesi ya da taş değirmenleri, su değirmenleri, yel değirmenleri, motorlu değirmenler gibi.

Yıllar altmışlara girince, kağnıların gıcırtısı kesildi. Kırsal kesimdeki ulaşım, at arabaları ile biraz daha hızlandı.

Köşektaş köyü değişiyor, okuma, yazma ve aydınlanma hususunda çevreye fark atıyordu.

Önce ebeveynler, arkasından çocuklar okul için can atıyorlardı. Hangi zorluklara katlanmıyorlardı ki; On bir yaşlarında üç beş çocuk, bir odalı evlerde tek başlarına, yeme içme, temizlik her şey kendilerine, ya bir ilçe merkezinde veya yakın bir ilde. Tüm bu zorluklar okumak uğrunaydı. Sanki aydınlanma kıvılcımı oluşmuştu.

O yıllardaki okuma seferberliğine köylü, iki üç yıl içinde kızları da kattı. Yalnız onlara yaşlı bir bekçi, babaanne veya anneanne refakat ediyordu.

Köy Enstitülülerden veya Öğretmen Okullulardan sonra liseliler. Ve nihayet Üniversiteliler.

Aynı zamanda bir süreç daha çalışıyordu; yurt dışı, özellikle Almanya. Gurbetler, ayrılıklar.

Yalnız kalan, parçalanmış aileler:

Tıpkı teknikle uzaktan tanışıklığım gibi, bir ilki daha yaşadım yüreğim sızlayarak; babam, Almanya kervanına katılmıştı ve ayrılmıştık. Çok sevdiğim babam, ekmek uğruna bizden, elimizden uçup gitmişti; altı kardeşin en büyüğü on dört yaşındayken.

O geri geldi, yani babam. Ya dönmeyen babalara ne demeli? Onların çocukları, onların eşleri? Koca ülke Türkiye’de durum aynıydı. Aileler, ayrı düşen eşler ve çocuklar. Bu durum yıllarca devam etti.

Köylerdeki değişim, bu sıralarda başlamış oldu. Işık geldi, yol geldi. Önce radyo, sonra televizyon. Hiç unutmam babamın Almanya’dan getirdiği kırmızı renkte ‘çanta radyo’ ile günlerce yatağa yatmıştım.

Toprak, kerpiç evler yerine, kiremitli, çatılı evler yapılmaya başlandı. Bunlara, ‘Almancı evleri’ dendi.

Köy çeşmeleri yerine ‘terkos’ suyu içilmeye, tere yağ yerine ‘vita’ yağ yenmeye başlandı.

Okumaya gidenler çoğaldı. Onlar da, köylerine dönmediler bir daha. Öğretmen oldular, polis oldular, hakim, avukat, doktor ve diğerleri.

Yıllar su gibi aktı. Köy boşaldı. Köşektaş Köyü bin beş yüz insandan üç yüze düştü.

Şimdi kalanlar yaşlılar. Çoğu kadın. Tüm çileyi onlar çekiyor. Çekecek çileleri varmış. Dul kaldılar. Çoğunun eşleri çoktan öldü. Gelenleri, gidenleri yok. Yalnız kaldılar. Hiç hayal etmedikleri öyle bir yalnızlığın içine gömüldüler ki. Büyük aileden, çekirdek aileyi yaşayamadan yalnızlığın içine düştüler. Oysa daha kırk beş yıl önce, anneler, babalar, ebeler, dedeler, gelinler, amcalar çocuklar, torunlar hep bir arada yaşamıyorlar mıydı?

Onlar, yani yaşlılar, hepsi de misafir. Yaz mevsimini idare ediyorlar şimdilerde.

Ya kışın? Soğuk. Soba yanacak, yemek yapılacak ve yaşanacak yaşanabildiği kadar.
Çocuklar, gelirlerse düğünden bayrama. Gelinlerin gönlü olursa birkaç saatliğine.

Uzun sözün kısası, yaşlılar zor durumdalar. Hiçbir yere sığamıyorlar. Hasta olup zorunlu kalmadıkça hiç biri, hiçbir yere kımıldamıyor. Sanki söz birliği etmişçesine. Biraz da sitemlice gelen gidenin olmayışına. “Sıkılırız” diyorlar. Bu da, işin bahanesi.

Gelmeyenlerin de haklı gerekçeleri var. Kimi Edirne’de, kimi Hakkari’de. Yine Yurt dışında olanlar çok. Üçüncü kuşak yetişmiş orada. Çoğu memleketini bile bilmiyor.
Bilenler de yılda en fazla yirmi gün. Çoluk çocuk, hepsi ekmek peşinde. Emekli olanlar, ’iki arada, bir derede kalmışlar’ Onlar da dönemiyorlar. Çocuklar, torunlar oradalar.
İçleri özlem dolu olsa bile dönemiyorlar. Bir de bahaneleri var, “Sağlık yönünden burası Türkiye’den rahat” diyorlar. Tüm bunlar değişimin öteki yüzleri.

Köyde kalan yaşlı kadınlar, bilselerdi böyle olacaklar. Kocalarını Almanya’ya, çocuklarını okumaya göndermezlerdi herhalde.

Ne dersiniz?

Değişimin önünde durulmuyor ki. Bakalım, daha ne sürprizler bekliyor…

Yorumlar - Yorum Yaz
Kitap Tanıtım Köşesi

Anna Karenina, Lev Tolstoy tarafından yazılmış, Rus Habercisi'nin 1873-1877 yılları arasındaki döneminde, bölümler hâlinde basılmış roman. 125 farklı yazarın belirlediği bir listede zamanımıza kadar yazılmış en iyi roman olarak görülmüştür.

Eser, 1870'li yılların Rusya'sında, toplumun üst sınıfına mensup kimseler arasında yaşanan birbirinden bağımsız iki aşk macerasını anlatır.
Olaylar Moskova'da, Sankt-Peterburg'da ve asilzadelerin yazlık malikanelerinde geçer. Romanda dürüst bir evliliğin mutluluğu ile yasak bir ilişkinin düş kırıklıkları karşılaştırılır; sadakat, tutku, kıskançlık gibi temalar işlenir; bir yandan da o dönemde Rusya’da kadınların durumu, eğitim reformu gibi konular dile getirilir.

Romanın baş karakteri Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır. Yüksek bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç Karenin ile evli ve bir çocuk sahibi olan Anna Karenina'nın sevgisiz ve monoton bir evlilik hayatı vardır.

Anna Karenina, bir gün eşini aldattığı ortaya çıkan ağabeyi Prens Stepan Arkadyaviç'in (Stiva) Moskova'daki evine, karı-kocayı barıştırmak üzere gider ve orada Vronski adlı bir genç kont ile tanışır. Vronski, Stiva'nın eşi Darya Aleksandrovna (Doli)'nın kızkardeşi Prenses Yekaterina Aleksandrovna Şçerbatski (Kiti)'ye kur yapan bir gençtir. Kiti, kendisine evlenme teklif eden Konstantin Dmitriyeviç Levin adlı bir başka genci, Vronski nedeniyle reddetmiştir. Levin ve Vronski arasında kararsız kalan Kiti, sade bir çiftçi olan Levin yerine parlak geleceği olan Vronski ile evlenmesini uygun bulan annesinin etkisiyle Levin'in teklifini geri çevirmiştir. Levin, köyüne dönüp Kiti'yi unutmaya çalışır. Ne var ki, Vronski, Anna ile tanıştıktan sonra Kiti'ye ilgisini kaybeder, Anna'ya kur yapmaya başlar. Vronski'nin ilgisini kaybetmesi ve ona karşı karşılıksız sevgi uğruna değer verdiği Levin'i yitirmesi, Kiti'nin üzüntüden hastalanmasına sebep olur. Ailesiyle birlikte gittiği bir Alman kaplıcasında sağlığına kavuşur ve Vronski'ye olan duygularını unutur.

Anna kendisi ile birlikte Moskova'dan Petersburg'a dönen ve aşkını ilan eden Vronski'ye kayıtsız kalamaz. Dedikodulara aldırmadan genç kont ile aşk yaşar ve bu ilişkisinden hamile kalır. Petersburg'da katıldığı bir engelli at yarışından hemen önce bu haberi alan Vronski yarışta atının tökezlemesi sonucu feci biçimde düşer. Yarışı kocasının uzaktan gözlemi altında izlemekte olan Anna, sevdiği adamın öldüğünü düşünür ve yarışmadan sonra heyecanla kocasına Vronski ile yaşadığı aşkı itiraf eder. Karenin, bu itirafa rağmen itibarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder ve Anna'dan bu ilişkiye son vermesini ister. Fakat Anna her şeye rağmen ilişkisine devam edince boşanma kararı alan Karenin, karısının çocuk doğurduğu ve ölmek üzere olduğu haberi üzerine onunla barışır; hem onu hem Vronski'yi affeder. Vronski, utancından kendisini öldürme düşüncesine kapılır ve silahla kendisini yaralar. Bir süre sonra Anna da, Vronski de iyileşecek, Anna kocasından ayrılıp bu evlilikten olma oğlunu ona bırakmaya; Vronski'den olma kızını yanına almaya; Vronski ise ordudan ayrılmaya karar verir. İki sevgili İtalya'ya kaçıp bir süre gözlerden uzakta yaşar.

Bu arada Doli, çocukları ile birlikte Levin'in köyüne yakın bir köyde yazı geçirmeye gider. Burada verdiği uğraşların ardından, Levin'in Kiti ile evlilik umudu artar. Moskova'da bir davet sırasında Kiti'ye yeniden evlenme teklif eden Levin sonunda mutluluğuna kavuşur. Çift evlenir, mutlu bir evlilikleri ve bir çocukları olur.

Oğlunun özlemi ile Avrupa'dan dönen Anna ise Rusya'da toplumdan dışlanır; gittikçe huysuz, kıskanç bir kadına dönüşür ve Vronski ile arası bozulur. Gittikçe içe-dönük bir kişi olan Vronski'nin artık kendisini sevmediği düşüncesiyle bunalıma giren Anna, yaptıklarından büyük bir pişmanlık duyar ve intihar eder. Anna'nın ölümünden sonra ruhsal çöküntü yaşayan Vronski ise çareyi orduya gönüllü yazılmakta bulur.

Vikipedi, Özgür Ansiklopedi

Anna Karenina, Tolstoy

ISBN: 9789750517457