Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam149
Toplam Ziyaret774355
Eski Bir Takıntı

Okuyan Kızlar Eski Takıntı

Hüseyin Seyfi

Hasanoğlan Köy Enstitüsünden çevrenin baskısı ile,  “ahlakı bozuluyor” diye alınan kız öğrenciler günümüzde yaşıyorlar.

Yolda geçerken, Beden Eğitimi dersinde eşofmanlı kızları görüp, “Bunların her tarafı meydanda” diyerek yaygarayı basanlar, yaşları gereği bu dünyadan göçüp gitseler de aynı düşünceyi taşıyanlara, “bitti” diyemiyoruz.

Dedikodulara fazla dayanamayarak,  babası tarafından, Hasanoğlan Köy Enstitüsünden  zorla alınmış, şimdilerde, yetmiş yaşından fazla bir kadınla yaptığım söyleşide, okuldan alınmasını daha dün gibi hatırlıyor ve gözyaşlarına boğuluyordu. “Evladım, o zaman okul çevresinde bile erkeklerle konuşmamız  yasaktı. Kendi köylüm Musa Kâzım, aynı okulda, ayağını duvardan aşağı sallar, erkekler bahçesinde kitap okurdu. Yanına varıp selam vermek, köy özlemimi gidermek isterdim, fakat sınıf ablam müsaade etmezdi. Nedensiz yere, sırf dedikodular yüzünden daha bir yılımı bile tamamlamadan, 12 yaşında, okuldan alınmam öyle zoruma gidiyor, öyle gücüme gidiyor ki, aha,  bugün aynı okulda okuyacaksın deseler gider okurum. Bu yaşıma kadar içimde bir acı olarak kaldı. Hacca gittim. Beş vaktimi kaçırmam. Kuran okurum. Sebep olanların, Allah o yobazların belasını versin!” diyordu.

Köyümde aydınlanma, kız çocuklarının okuması, Türkiye köylerine göre çok erken başlamıştır. Atmışlı yıllardan beri, tahsil açısından kız erkek ayrımı gözetilmedi.

Yetmişli yılların başında bir gün imam, hatırladığıma göre, “Üniversitelerde kızlar çocuk aldırıyor, okutmak caiz değildir” deyince, köylü tepki gösterip, imam hakkında imza kampanyası düzenlemiş ve imam merkeze aldırılmıştı. Sonradan bu imam ilçenin birinden, düşüncesine uygun bir partiden belediye başkanı seçildi.

Pakistanlı kız öğrenci Malala’yı çoğumuz tanıyoruz. Kız çocuklarının okuması uğruna küçük yaşta yaptığı mücadelede, kız çocuklarının okumasına karşı radikal güçler tarafından kafasından vurularak ağır yaralanmıştı.

Örneklerin bir sayfaya sığması mümkün mü?

Sevgili ülkemin gündeminde, yurtlarda, öğrenci evlerinde kalan üniversiteli kız çocukları var. Belki de bir iki münferit olay yüzünden, üniversitelerde okuyan kız çocuklarının ana babalarının kulağına kar suyu kaçırılıyor ve bu yüzden dolaylı olarak itham altındalar. Ülkem konu üstünde çalkalanmakta. Her telden nağmeler vuruluyor.

Kaliteli bir eğitim verebiliyor muyuz?

Kızlarımıza sağlıklı, güvenli barınaklar sağlayabiliyor muyuz?

Onları bilinçlendirebiliyor muyuz?

Ne güzel yazmış yazarın birisi, “Gençliğini yaşayamayanlar gençliği tanıyamazlar” diyor.

Üniversite gençliğinin içinde bulunmayanlar, çağdaş gençliği tanımayanlar onlara nasıl güvensinler?

Bilmezler mi ki, onların merhabası sıcaktır, içtendir, candandır, samimidir ve dostçadır.

Kız erkek ilişkilerinde, her şeyi uçkura bağlamak,  medrese eğitimi almışların işi olsa gerek.

Hüseyin Seyfi

Köşektaş Köyü'ne Ortaokul Binası İnşa Etme Fikrinin Doğuşu
  • KÖŞEKTAŞ KÖYÜ'NE ORTAOKUL BİNASI İNŞA ETME FİKRİNİN DOĞUŞU
• BİNA İNŞA ETME UĞRUNA YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR
• YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR ESNASINDA YAŞANAN ÇATIŞMALAR


_____________MEHMET DOĞAN_____________

 

Köyümüzde 1968 yılında muhtarlık yapmış sayın Mehmet Doğan'ın bir döneme ait olan anılarını içeren bu yazı, sayın Mehmet Doğan'ın bizzat kendi anlatımı esnasında tutulmuş olan kısa yazıntılar ve bu kısa yazıntılarla yapılan bireşim sonucu genişleyerek aşağıdaki halini almıştır!

Bu yazı genişletilerek daha da içeriklendirilebilir. Bu konuda bilgi ve belge
sahibi köylülerimizin bizimle iletişime geçmelerini rica ederiz!
kosektas.net

 

Köşektaş Köyü'ne Ortaokul Binası İnşa Etme Fikrinin Doğuşu l Bina İnşa Etme Uğruna Yürütülen Çalışmalar l Yürütülen Çalışmalar Esnasında Yaşanan Çatışmalar l Mehmet Doğan l 5 Nisan 2008 l Burhaniye

Köye ortaokul yaptırma fikrinin ortaya atılmasındaki amaç, köylünün halklaşma bilincini ön plana çıkararak, köydeki eğitim süresini beş yıldan sekiz yıla çıkarmak ve böylece, yerinde verilecek eğitim ve öğretimle, Köşektaş Köyünü daha da aydınlatmaktı.

Bu fikri ortaya atanlar, o yılların Nevşehir Valisi Eşref Ayhan ile Nevşehir Milli Eğitim İl Müdürü, Köy Enstitüsü mezunu Musa Eroğlu beylerdi. O yıllarda, Nevşehir ili sınırları içerisinde bulunan herhangi bir yerleşim birimine bir ortaokul binası inşa edilmesi düşünülüyordu. Bunun için en uygun yerleşim birimi, Eşref Ayhan bey için de, Musa Eroğlu bey için de, Köşektaş Köyü idi. Çünkü Köşektaş Köyü halkı, ilkokul sonrası eğitime olağanüstü ölçüde önem veriyor, bu alanda diğer yerleşim birimlerine oranla açık ara önde gidiyordu.

1968 yılıydı. Katip İhsan (Yıldız), kendi isteğiyle muhtarlıktan ayrılmış, yerine kısa bir süre Feti Çelebi vekaleten bakmış, daha sonra yapılan seçimde muhtar seçilmiştim. Muhtarlığımın henüz ilk günleriydi. Nevşehir valisi sayın Eşref Ayhan tarafından tahsis edilmiş resmi bir araçla, köydeki evimden apar topar alınıp, Nevşehir Valiliği’ne götürüldüm. Vali Eşref Ayhan makamında bana; “Kuracağımız bir dernek ve önden yatıracağımız 10.000 TL ile köyümüzde bir ortaokul binası yaptırma projesi başlatabileceğimizi, diğer tüm giderlerin Milli Eğitim Bakanlığı’nca karşılanacağını, gerek bina yaptırmak için yürüteceğimiz çalışmalarda, gerekse binanın yapımında, valilik olarak bizi destekleyeceklerini” söyledi.

Tüm bu söylenenleri iştimek beni oldukça sevindirmişti. Ancak, kuşku duyduğum ve karamsar olduğum kimi hususlar vardı. Onları vali beye mutlaka iletmeliydim. Aksi takdirde, ileride içinden çıkılmaz sorunlarla karşılaşabilirdik.

Vali bey söyleyeceklerini söylemiş, söz sırası bana gelmişti. Bu konudaki önceliği köyümüze vermiş olmalarından dolayı kendilerine teşekkür ettikten sonra; böylesi bir görevi seve seve üstlenip köy halkını bu konuda ikna etmeye çalışacağımı, ancak talep edilen ön ödemenin bir hayli yüksek olduğunu ve o günkü koşullarda 10.000 TL gibi bir miktarı bir araya getirmenin büyük bir sorun teşkil edeceğini, oysa bu miktarın 5.000 TL olması durumunda işin üstesinden gelebileceğimizi belirttim.

Vali Eşref Ayhan bu önerimi istinasız kabul etti ve ilave etti: "Derneği kurduktan ve 5.000 TL tedarik ettikten sonra tekrar bize geleceksiniz. Biz valilik olarak [MEB] nezdinde, Köşektaş Köyü’ne bir ortaokul binası yapılması için girişimlerde bulunacağız. Tüm işler bizim takibimzde olacak. Gerekli çalışmaları bir an önce başlatın ve katettiğiniz her mesafeyi bize bildirin!"
Köye döner dönmez muhtarlık heyetini oluşturan arkadaşlarımla bir durum değerlendirmesi yaptım.

Yıl 1968
Muhtar
  Mehmet Doğan

Heyetteki Üyeler

H. Mehmet Yıldız Eşref Çelik Selim Şahman H. Bey Gökduman Sadık Şen Mehmet Güneş

Heyetteki arkadaşlarla aramızda hiçbir fikir ayrılığı mevcut değildi. En büyük kaygımız işin mali yönüydü. Çünkü o yıllarda köydeki mali vaziyet hiç iç açıcı değildi.

Vakit geçirmeden işe koyulduk. Koyulduk ancak, her iş sandığımız kadar kolay değildi. İşin maddi yanı bir tarafa, ortaokul binası yapımına muhalif olanlar ve onların kışkırtıp üzerimize saldığı bir yığın insanla mücadele etmek zorundaydık.
Muhalif grup, bina yapımını önlemek için her yola başvurmaktaydı. Özellikle cuma namazı çıkışında, sürekli taciz ediliyorduk: “Şunlara bir bakın! Çocuk okutacağız diye ne zahmetli, ne pahalı bir işe talip olmuşlar. Aklınızı mı bozdunuz; insan böylesi zahmetli, hem de bu kadar çok para isteyen bir sorumluluk üstlenir mi?
Bu ve benzeri sataşmalarla diğer insanları etkilemeye ve muhalefeti güçlendirmeye çalışıyorlar, bunda da bir hayli başarılı oluyorlardı.

Karşı kampanya köyün hemen hemen her yerinde sürdürüldüğü gibi, köy odalarında da sürdürülmekteydi. Biz, ortaokul binasının inşa edilmesinin, muhalif grup ise edilmemesinin daha doğru olduğunu savunuyor, savunmalar şiddetli tartışmalara, tartışmalar da sık sık ağız kavgalarına dönüşüyordu.

Bununla da kalınmıyor, muhalif gruptakilerden kimileri tarafından şiddetin çözüm yöntemi olarak benimsenmesi, kışkırtılan insanların üzerimize salınması, aramızdaki zaten çok cılız olan iletişimi olumsuz yönde etkiliyordu.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen işe koyulduk. İlk iş olarak, ortaokul binası yaptırma projesini yürütecek bir dernek kurmak için kolları sıvadık. Derneğin kurulup faaliyet yürütebilmesi için en az on altı kişinin imzası gerekiyordu. Ancak, günler, haftalar, hatta aylar süren uğraşlar sonrası, bula bula on beş kişi bulabildik.

Aralıksız çalışmamıza, sürekli kulis yapmamıza rağmen, ihtiyaç olan son bir kişiyi bulamıyorduk. Bir tarafta köye ortaokul binası yapılacakmış yapılmayacakmış umurunda olmayanlar (özellikle de ortaokul çağında çocuğu olmayanlar), bir tarafta kişisel ihtiras içinde olanlar, diğer tarafta asıl muhalifler tarafından yürütülen olumsuz propogandadan etkilenmiş insanlar vardı ve kimseyi ikna edemiyorduk.

Bu durum köydeki muhalifleri oldukça sevindirmişti. Destek olmak şöyle dursun, salt yapım işi engellensin diye, olmadık iftiralar ve riyakarlıklarda bulunuyorlar, kışkırttıkları insanları üzerimize gönderiyorlardı.
Bu tür gelişmelerin ne denli üzücü ve istenmeyen olaylar olduğunu belirtmek sanırım gereksizdir. Ancak bugün için keşke yaşanmasaydı demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Zamanla ihtiyaç olan bir kişiyi bulamayacağımız kesinleşmişti. Kaybedecek vakitimiz de yoktu. İlk fırsatta Nevşehir’e, Kâzım Hoca (Yalım)’ ya gidip, durumu izah ettim. Kâzım Hoca, Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin on altıncı kurucu üyesi olmayı kabul etti.
Dernek kurabilmek için gerekli olan on altı kişiyi bulmuştuk. Artık derneği kurmak için hiçbir engel kalmamıştı. Resmi başvurumuzu izleyen günlerde yapıp, gerekli izni aldık.

Artık Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği kurulmuş ve faaliyetlerine başlamıştı. Köyümüze ortaokul binası inşa edecek, böylece daha büyük bir yerleşim merkezine uzakta olmanın yarattığı mahrumiyeti giderecektik. Bizim için bundan daha yüce, daha onurlu bir görev, daha büyük bir sevinç kaynağı olamazdı.

Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkan: Mehmet Doğan
Köy Güzelleştirme Derneği Başkanı: Ahmet Taşkıran
ÜyeÜyeÜye
Remzi ÖzdoğanAli YılmazSüleyman Çelebi

Yaşadığımız bu sevinci mutluluğa dönüştürmek için canla ve başla çalışmamız gerektiğinin bilicindeydik. Yapmamız gereken en öncelikli iş, Nevşehir Valiliği tarafından talep edilen 5.000 TL’yi tedarik etmekti. Ancak, ne muhtarlığın bütçesinde, ne de yeni kurulan derneğin bütçesinde, bu miktarda bir para yoktu. Zaman su gibi akıp gitmekte, tarifi imkansız sıkıntılar yaşamaktaydık.


Köşektaş Köyü Ortaokul Binası Temel Atma Töreni l 1968 l Fotograf: Köksal Doğan

O yıllarda 5.000 TL çok büyük bir paraydı. Gecemizi gündümüze katmış, parayı nasıl tedarik edeceğimizi düşünüyorduk. Kimseden zırnık kadar fayda yoktu. Artık tüm umutlarımızı kaybetmeye başlamıştık ki, aylar önce caminin eski kilimlerini sattıktan sonra elde ettiğimiz ve Mustafa Özdoğan’a emanet olarak verdiğimiz 4.500 TL’yi hatırladım.
Vakityle, Bekir’in Ahmet (Yıldız)’in muhtarlık yaptığı yıllarda, köyün camisindeki kilimlerin halı ile değiştirilmeleri ihtiyacı doğmuştu. Cami cemaatı bu sorunu sürekli dile getiriyor ve değişikliğin bir an önce yapılmasını istiyordu. Eski kilimler satılıp halı alınacak, alınacak halılar camiye serilecek ve cami cemaati namazı halı üzerinde kılacaktı. O günlerde böylesi bir değişiklik gerekiyordu çünkü, çevre köyler bu değişikliği yapalı yıllar olmuştu.

Kilimleri satması için amca oğlum Bayram (Göçer)’ı Kapadokya’ya göndermiş, kilimlerin satışından yüklü bir miktar elde etmiştik. Elde ettiğimiz miktarla caminin halı ihtiyacını giderdiğimiz gibi, 4.500 TL de artmıştı. Artan 4.500 TL’lik miktarı, Mustafa Özdoğan’a emanet olarak vermiştik. İşte şimdi o paraya şiddetle ihtiyacımız vardı.

Dernek yönetimi olarak bu talebimizi köy ileri gelenlerine ileterek; 4.500 TL’nin üzerine 500 TL ilave edip, 5.000 TL’ye yetireceğimizi ve valiliğe havale edeceğimizi bildirdik. Mustafa Özdoğan’ı da bilgilendirerek, parayı hazır etmesini söyledik.

Takip eden günlerde muhtarlıkta bir araya gelerek, söz konusu paranın Köşektaş Köyü Güzelleştirme Derneği’ne bağışlanmasını kararlaştırdık ve bu kararımızı kaymakamlığa bildirdik. O yıllarda, Köşektaş Köyü Güzelleştirme Derneği’nin başkanlığını Ahmet Taşkıran yürütmekteydi. Ahmet Taşkıran, başkanlığını yürütmekte olduğu derneğe aktarılacak miktarı, makbuz karşılığı, Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ne bağışlayacağını, daha önceden bize taahhüt etmişti.

Mustafa Özdoğan’dan alınan 4.500 TL’nin ilk olarak Köşektaş Köyü Güzelleştirme Derneği’ne, oradan Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ne ve oradan da üzerine 500 TL ilave edilerek Nevşehir Valiliği’ne havale edildi.
Parayı alan valilik, bize bir yazı gönderdi. O yazı ile, [MEB] nezdinde, bina yapımı için izin talep etmemiz istenmekteydi.

Tüm hazırlıkları yapıp Anakara’ya hareket ettim ve doğrudan [MEB]’na vardım. [MEB]’nda benden başka, Sadık ve Karasenir köyleri muhtarları da vardı ve onlar da kendi köylerine bir ortaokul binası inşa ettirme uğraşı içerisindeydiler. Şunu da ilave etmek gerekir ki, o yıllarda iktidarda Adalet Partisi vardı. Başbakan Isparta milletvekili Süleyman Demirel, Milli Eğitim Bakanı ise Kırklareli milletvekili İlhami Ertem’di. Bizim köyden Adalet Partisi’ne genelde pek fazla oy çıkmadığından, ne Süleyman Demirel’in, ne de İlhami Ertem’in, ortaokul binası konusundaki tercihlerini bizim köyden yana kullanmayacaklarını az çok biliyordum.

Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, benim orada kalmamı, Sadık ve Karasenir köyleri muhtarlarının ise dışarı çıkmalarını söyledi. Ben, Nevşehir Valiliği’nin göndermiş olduğu yazıyı göstererek, bugüne dek yapılmış olan çalışmalar hakkında bilgi verdim. Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, söylediklerimi azami bir dikkatle dinledikten sonra, çok olumsuz bir yüz ifadesiyle, artık gidebileceğimi söyledi.

Çaresiz köye dönmek zorunda kaldım. Köye vardıktan birkaç gün sonra [MEB]’ndan bir ileti aldım. İletide; “Bakanlığımızın müsadesi olmadan ortaokul binası inşa edemezsiniz!” yazıyordu.

Bu ileti beni şok etmişti. Artık köydeki muhaliflerin engellemelerinden başka, [MEB] engeli ile de karşı karşıyaydık. Ancak tüm bu engellemeler bizi yıldırmamıştı. Gerek muhtarlık heyeti, gerekse Köşektaş Köyü Ortaokul Yaptırma ve Yaşatma Derneği yöneticileri olarak, ortaokul binası yaptırma konusunda son derece kararlıydık.

[MEB]’ndan gelen iletiyi alıp, o zamanlar ne muhtarlık heyetinde, ne de dernek yönetiminde olan, Halil Dündar’a gittim. Halil Dündar, her yönüyle itimat ettiğim ve güvendiğim bir şahıstı. Tecrübeleri iyi kullanır, böylesi açmaz durumları isabetle tahlil eder, akılcı çözüm önerileri sunardı. İkimiz başbaşa oturduk ve [MEB]’ndan gelen yazı üzerine konuştuk. Bu konuşmamız sonunda, benim bir an önce Ankara’ya tekrar giderek, o yıllarda senato üyesi olan Prof. Ragıp Üner aracılığıyla destek aramamı kararlaştırdık. Ankara’da yapacağım görüşmelerde herhangi bir sonuç elde edememe durumunda ise, gidiş geliş ve konaklama masraflarını ikimiz karşılayacaktık. Aramızda geçen konuşmayı da, almış olduğumuz bu kararı da hiç kimseye söylemeyecektik.

İlk fırsatta Ankara’ya gidip, Senato Üyesi Prof. Ragıp Üner’i buldum. [MEB]’ndan gelen yazıyı gösterdim. Senato Üyesi Ragıp Üner, yazıyı okuduktan sonra; “Bu iş beni çoktan aşmış. Bundan sonrasına benim gücüm yetmez. En iyisi seni Senato Başkanı İbrahim Şevki Atasagun Paşa’ya göndereyim. O sana mutlaka yardım eder.” dedi. O yılların Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Pakistan’da, yurtdışı gezisinde olduğundan, Atasagun Paşa vekaleten Cumhurbaşkanlığı görevini yürütüyordu. Ragıp Üner, Çankaya’ya telefon açıp randevu istedi. Atasagun Paşa, hemen gelsin demiş.

Hemen Çankaya’ya geçtim. Atasagun Paşa beni oldukça mutavazi bir şekilde karşıladı. Kapıcıyı çağırarak kahve getirmesini söyledi. Birlikte oturup konuştuk. Durumu olduğu gibi anlattım. Daha sonra kapıcı aracılığıyla kalem müdürünü çağırttı ve şu şeklide bir not almasını istedi:
“Hacıbektaş’ın Köşektaş Köyüne bir ortaokul istiyorum! Bunu bu şekilde yazıya aktar ve getir!” dedi.

Kahvelerimizi henüz yeni içmiştik ki, Atasagun Paşa’nın istediği yazı geldi. Paşa yazıyı aldı, bir solukta okudu, imzaladı ve kalem müdürüne geri uzattı. Arkasından da: “Bunu tez elden [MEB]’na faksla!” dedi. Daha sonra ayağa kalktı, elini bana doğru uzattı. Elini öptükten sonra; “Artık rahat ol! Güle güle git! Komşulara selam söyle!” dedi.

Köye döndükten sonra, görkemli bir törenle temel attık. Temeli, hiçbir kurum ve kuruluştan yardım almadan, köylülerimizin çabasıyla ve imece usulü attık. Artık köy halkı olarak bizden talep edilen her bir şeyi eksiksiz ve istenilen şekilde yerine getirmiş, yapılan vaadlerin yerine getirilmesini beklemeye başlamıştık.

Ancak, aradan günler, haftalar, hatta aylar geçmesine rağmen devlet kurumlarının hiç birinden bir kuruş ödenek alamadık. Bize sürekli söylenen; “Hele siz temele bir başlayın, gerisi gelir.” “Siz önden şöyle 20 – 25 bin TL’lik bir harcama yapın ki, bu işi ciddiye aldığınız belli olsun.” ve benzeri sözlerle sürekli oyalandık.

Takip eden aylarda görev sürem sona erdi. İlk önce muhtarlıktan, sonra dernek başkanlığından, daha sonra da köyden ayrıldım. Görevi bizden devralan arkadaşların gösterdikleri çabalar da, yerine getirilmeyen vaadler ve mali sıkıntılar nedeniyle, olumlu bir sonuç getirmedi. Ne zaman ki yıllar sonra ikinci bir dernek kuruldu ve tüm köylü bu derneğe topyekün destek oldu, ortaokul binası ancak o zaman inşa edilebildi. Ne kadar geç kalınmış olsa da, mutlu edici bir olaydı. Maddi manevi destek olmuş olanları yürekten selamlıyorum.

Ortaokul binası yaptırma uğraşları esnasında yaşanan olayların tüm safhalarını anlatmaya ne benim zamanım, ne de sizin sütununuz yeter. Herkesi sevgiyle selamlıyorum!

Mehmet Doğan l 5 Nisan 2008 l Burhaniye

Muhtarlık yaptığı yıllara ait anılarını bizimle paylaşan Köşektaşlı Mehmet Doğan'a çok teşekkür ederiz! kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası...

  
765 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Urgan
Yokluktan, yoksulluktan
canına kıyan babalara!..



Özer AKDEMİR

Başına ne geldiyse bu altında uzanıp hülyalara daldığı eğri kavak ağacı yüzünden geldi. Yaşıtıydı, sırdaşıydı, arkadaşıydı. Ona kıyamadı! Ölümü onun dibinde karşıladı. Attı urganı budağına, aldı canını gözünü kırpmadan!..

Bahar yelinin uçsuz bucaksız bozkırda boyvermiş çiğdemleri okşayarak son karları da erittiği gün, sanki gök boşalmış gibi yağmur yağıyordu. Yalnız Atlar Ülkesini aşıp, tepenin yamacından kıvrılarak köyün tam ortasından geçen dere coştukça coşmuştu.

“Kırk yıl önce böyle bir sel geldiydi” dedi, dişsiz ağzında cümleleri yuvarlayan Kelik Derviş. Önlerinde boz bulanık akan seli tepenin yamacındaki çeşmenin başından seyreden bir grup köylünün arasındaydı. Selin gürleyişi, sanki yeryüzünü dövmek, hıncını almak ister gibi hışımla yağan yağmurun sesini bile duyulmaz etmişti ki Kelik Dervişin sözlerini de sanırım benim dışımda duyan olmadı.

Başlarına geçirdikleri ceketler, naylon poşetler, şemsiyelerle yağmurdan korunmaya çalışan köylülerin içindeydim ben de. Sele baktıkça başım dönüyor, başım döndükçe bakmak istiyordum. Sarıdan, mora, kırmızıdan toprak rengine bürünen suların kocaman bir ağaç gövdesini, ölü bir tilki leşini, her türlü ağaçtan binlerce yaprak ve dalı önünde sürükleyişini izlemeye doyamıyordum.

Az ötemizde yüzünü iki elinin arasına alıp görüntüye dalmış gitmiş ozanı neden sonra fark ettim. Sudan çıkmış sıçan gibi ıslanmıştı ama o bunun farkında bile değildi. Anladım ki yine başka bir alemdeydi. Asıl adını kendisi bile unutmuştu. Yıllardır ‘Ozan’dı o bizim köylü için. Yanına gidip çömeldim, şemsiyemi başının üzerinde tutarak yağmuru kestim; “Hayırdır Ozan, daldın gittin sellere” dedim. Uykuda uyanır gibi yüzüme baktı. Saçlarından yağmur suları süzülüyor, bıyıklarının, kirpiklerinin ucundan damla damla akıyordu.

Gülümsedi, bakışlarını yere indirdi. Yağmurun, selin sesine karışan bir mısra döküldü dudaklarından;

“Taşkın sular gibi akıp çağlarım
Didarı görüben gönül eğlerim
Dünyaya geleli her dem ağlarım
Çeşmim karışmadık seller mi kaldı”

Daha dün, çok uzakta, Kırşehir’den de ötede şimşeklerin parıltısının yanıp söndüğü bir gece vakti, yağmurdan önce gelen serinliğiyle ürperdiğimiz eski bağlardaki bir pağın kerpiç duvarına yaslanıp demlenirken de Karacaoğlan’ın bu türküsünü söylemişti, Elimi omzuna koyup, gözlerine baktım. Bir kez daha gördüğüm bakışlar yüreğimi dağladı. Öylesine acı dolu, öylesine dünyadan geçmiş, herşeye boşvermiş bir bakıştı ki!

Gözlerimi kaçırıp kalktım yanından. O da kalktı. Ben, yağmurun oluşturduğu, sele kavuşmak için olanca aceleciliğiyle akan ince dereciklere basmamaya çalışarak toprak yoldan sağa kıvrılırken, o sularına batıp çıktığı yağmura aldırmadan elmalık tarafına yürüdü, gitti. Bu onu son görüşüm oldu.

Selden iki gün sonra o incecik bedenini mezarına koyarken hep bu türkü döndü dolandı içimde. Ondan duyduğum son türküde kendi ölümünü anlattığını nereden bilirdim ki!

Herkes bir şey söyledi, her kafadan ayrı bir öykü çıktı, söylentiler aldı başını gitti günlerce köyde. Kimse, ozanın neden sahip olduğu tek toprak parçasında, eğri bir kavak dalına urgan atıp canına kıydığının gerçek nedenini anlamadı.

Bağı bahçesi, bostanı hep ortakçılıktı, doğuştan garibandı. Çalışır didinir, ürünün yarısını mal sahibine, emmisi, dayısı, bibisi olan akrabalarına verirdi. Hiç şikayetlendiğini duymadım ben bundan. “Aç açıkta değiliz. Tarla bizim olsa ne olur olmasa ne?” der güler geçerdi. O  zamanlar gençti daha, dünya toz pembeydi gözünde, gönlünde. Kısacık sürdü bu “yoksuluz ama keyfimiz paşada yok” günleri...

Eşini ikinci oğlunu doğururken kaybettikten sonra hiç kendinde gezmedi. Bir gün bile onu gözlerinde mutluluk ışığı ile yakalamadım o günden bu yana. Kendinden, köyden, köylüden, her şeyden uzak bir zamana takılıp kaldı yıllar yılı. Konuşması, yemek yemesi, yürümesi hep bir esriklik içindeydi. Sadece düğün dernek gezip türkü söylediği ya da şarap testisinin başına çömelip bardaklarca içtiği günlerde yüzü birazcık da olsun rahatlardı. Son gününe kadar da bu böyle oldu.

Ölümünün üzerinden on beş gün geçtikten sonra büyük oğlunu ortakçılık yaptıkları tarlada çalışırken gördüm. Acının da bir miadı vardı. Giden gitmiş yaşamak ağrısı hala kalanların omuzlarındaydı.

Daha 15-16 yaşlarında, bıyıkları terlememiş fidan gibi bir gençti. Yanına gittim, biraz laflamak daha çok da ona yardımcı olmak istedim. Domates fidesi dikiyordu toprağa. Küçük küçük çukurlar açıp çamurlu toprağın bağrını araladım, fideleri dikmesi için.

Çalışırken bir yandan da köyün öbür ucundaki mezarlıkta toprağın bağrında uyuyan babasını anlatıyordu. Ozanla aramızdaki muhabbeti iyi bilecek kadar yaş almıştı o da; “Babamın bu dünyada tek huzur bulduğu yer o kavaklıktı emmi” dedi. Akrabalık yoktu Ozanla aramızda ama çocukları emmi bellemişti beni.  Sesi çocukluğunun artık ebediyen bittiğini bilenlerin olgunluğundaydı.

İkimizde oturduk toprağın üzerine. O anlatmaya devam etti; “Annemle gençliklerinde eğri dalın altında buluşurlarmış hep. O yüzden yıllarca tüm kavak tüccarlarına hayır dedi, satmadı kimseye. Kardeşimin, spor ayakkabısı olmadığı için beden eğitimine giremediğini öğrendiğinde çok üzüldü. Bir hafta içinde sadece eğri dalı ayırarak bütün kavakları sattı. Tüccar da vazgeçmesinden korkmuş olacak ki hemencik eğri kavak dışındaki tüm ağaçları kesti.  Babam, o gün bıçkı seslerini duymamak için köyden çıktı, ilçeye gitti. Akşam karanlık çökerken geldiğinde elinde iki çift spor ayakkabısı, giysiler, tadını çoktan unuttuğumuz yiyecekler vardı. Çok güzeldi yemek o akşam. Annem öldüğünden bu yana evde eline almadığı bağlamanın başına geçip türküler yaktı. Annemin en sevdiği “Tatlı dillim, güler yüzlüm ey ceylan gözlüm / Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen” türküsünü defalarca, gözlerinden yaşlar boşanarak söyledi. Şaşırmış, ama babam sanki yaşama yeniden dönmüş gibi de sevinmiştim. Bu onun son gecesiymiş!”

Hiç bir şey söylemedim. Hayatının baharındaki delikanlının babasına veda sözlerini dinledim;

“şimdi anlıyorum ki, kavak ağaçlarının kesildiği gün babam da dünyayla bağını kesti. Annemle ilk buluştukları eğri kavağı işte bu yüzden satmadı, boynuna ipi orada geçireceğini biliyordu”

Göğsümü tıkayan kederi bastırıp yanından ayrılırken ozandan son dinlediğim türküyü mırıldanıyordum;

“Alları çıkarıp karalar geyip
Sen varıp ellerin sözüne uyup
Bir gün ben kendime kıyarım deyip
Urgan atmadığım dallar mı kaldı”

Özer AKDEMİR
EVRENSEL