Anasayfadaki yazının devamı....
Don Ruiz bütün aletlerini malzemelerini oğlunun önüne koyar ve bir daha da eline fırça almaz. Dahası Pablo'yu Barselona Sanat Okulu imtihanlarına sokar. Picasso bir aylık ödevi o gün tamamlayıverir, muallimler parmak ısırırlar.
Picasso kısa sürede Barselona'da tanınır ama onun gözü yukarılardadır. Önce Madrit'te bir yer edinmeli sonra Paris'e atlamalıdır.
Madrit yıllarında hastalanan Picasso mecburen Barceleno'ya döner ve ilk şahsi sergisini açar. Burada tanıştığı bir galeri sahibiyle anlaşıp, 150 franka el sıkışırlar. Şimdilik bu para yeter de artar. Ama her şey para değildir, artık taşralılar arasında yaşayamaz. Üstüne titreyen ailesi içini sıkar, babasına bile yabancı gibi bakar. Hem kendine has bir tarz oturtmanın zamanı gelmiştir, "büyük denizde boğul" mantığı ile Paris'e koşar (1904).
Picasso bu tablolardan bazılarını yırtar, bazılarını sobada yakar (pahalı bir ısınma yolu)
Mavi mavi masmavi
Peki elinden tutan olmaz mı? Olur.
Mesela Bayan Gertrude Stein ve kardeşi Leo, Picasso'nun yaptığı bütün tabloları, hatta uyduruktan kaydırıktan olanları da satın alır fukaraya omuz çıkarlar. Şimdilerde değer biçilemeyen "kız ve çiçek sepeti"ne tam tamına 30 yeşil dolar sayarlar. Picasso o kadar memnun olur ki anlatılamaz, Promosyon olarak Gertrude teyzesinin portresini yapar.
Yine Ambroise Vollard adlı bir sanat simsarı onda ne bulursa bulur, her eserini almaya bakar.
Bu adam zamanında
Van Gogh'un da tablolarını toplamış, yeri gelince meraklısına tokalamıştır.
Picasso ilk Paris günlerinde zincirinden boşanmışçasına yaşar... Sonra-dan
görmeler gibi şirazeden çıkar, hatta en yakın arkadaşının nişanlısını ayartacak
kadar. Arkadaşı bunu yediremeyip de canına kıyınca büyük bir pişmanlık yaşar.
Artık sadece mavi ve tonlarını kullanır, mâlum mavi melankolik ruh halini
anlatır ve hüzün kokar. Ölüm, acı, yeis filan...
Migreni tutunca
Ölenle ölünmez derler ya, bu da geçer. Tekrar hayatla barışır ve bu kez pembede karar kılar. Üstelik çizgileri sadeleşir, çocuksu bir tarz yakalar. Mavi, pembe derken kübizm diye bir dümen tutturur ve hayli taraftar toplar.
Efendim bu kübizm
denilen şeyi iki kelimeyle anlatırsak: Dağıt, topla!
Şimdi bir adam ya da kadın düşünün bütün uzuvları dağıtır sonra, kafasına göre
toplar. İki göz üst üste gelebilir, dudağın içinden kirpikler, kulağın içinden
dişler çıkar. Kısacası insanı maymuna çevirir, kafadanbacaklılara nazire yapar.
Onu yakinen
tanıyanlar "migreni tutunca görüntü kırılmaları yaşadığını ve bu yüzden
kübist portreler yaptığını" fısıldasalar da tablolara para sayanlar
"derin bir ilham"dan söz açarlar.
Ev eşyalarında, müzik aletlerinde, natürmortlarda cisimleri parçalayıp, dışa
katlar. Adeta içlerini açar, önden, arkadan, yandan gösterir, perspektifi
sallamaz. Nesneyi gördüğü gibi değil, "düşündüğü gibi" karalar. Bu
tabloların çok açıdan elde edilen görüntülerin birleşimi olduğunu savunur,
saflar da inanırlar.
O güne kadar var olan sanat akımlarının hiçbiri "resmin kuralları"na karşı koyamaz. Kübizm gölge derinlik gibi bütün kaideleri yıkar, modern sanatın önünü açar. Zaten Picasso "Soyut sanat yoktur" buyurur, "sanat soyuttur!"
Picasso'dan...
Asla
iyi bir iş becerdim, üstelik yarın da pazar deme. Durduğun anda yeniden başla!
Sanatçı, duyguları algılayan anten gibi olmalıdır. Her şeyi söylemem ama her
şeyin resmini yaparım.
Ne yapacağını iyi biliyorsan, gidip de onu yapmanın ne anlamı var? Bilmediğini
dene, git başka bir iş çıkar.
Anlaşılmaktan daha tehlikeli bir durum mu var? Tek olmadığını sananlar, her zamankinden daha yalnızdırlar.
KÜBİZMİN MİMARI PABLO
PİCASSO
Picasso, Paris Mont Martre da "Bateau 'Lavoir" (çamaşır teknesi) adını verdiği atölyesinde çalışırken yazarları, eleştirmenleri de ağırlar, oturup iki lafın belini kırarlar.
Akademisyenler onun tatlı hatırına "kübizmin analitiği" üzerine kafa yorar, "çözümleme dönemi" üzerine kalem oynatırlar. Güya kübist ressam bir figür ya da portrede mekâna bağlı kalmadan ve sadece tonlamalarla üçüncü boyutu yakalar. Derken "kübizmin sentetiği"ni tırmalar, gazete yırtıklarıyla, sigara yanıklarıyla, cam kesikleriyle yapılan abuk çalışmalarla cismin resimle alâkasını koparırlar. Onlara sorarsanız "tam bağımsızlığa" ulaşırlar.
Guernica
1937 yılında Franco, Almanların yardımıyla Guernica kasabasını bombalar. Picasso felaket üzülür, alır eline fırçasını sağa sola parçalanmış organlar yağdırmaya başlar. Haykıran, bağıran, ağlayan kadınlar, mızraklanmış adamlar, kırık kılıçlar, atlar, boğalar, kuşlar, kaçanlar, kovalayanlar, lamba tutanlar...
Vücut oranları abartılıdır ve figürleri üst üste kondurmaktan kaçınmaz. Sadece siyah, beyaz ve gri renkler kullanır, havasız, mekansız, ışıksız bir çalışmayla savaşın umutsuz tarafını yansıtmaya bakar. Kimi bunu "yozlaşmış", kimi ise "anti-sosyal" bulurlar.
Hayır siz yaptınız!
Alman orduları Paris'e girince Gestapo'nun teki gelip sorar: Bunu siz mi
yaptınız?
Üstad "hayır siz" der ve golünü atar.
Halbuki şimdi ne çok "Guernica" var. Gazzeler, Felluceler, Bağdatlar...
Yine İspanya iç savaşını anlatan "Ağlayan Kadın" da (1937) katledilenler için gözyaşı döken bir ana vardır. Picasso, teyzenin yüzünü çarpıtır, gözlerini öne, burnunu yana takar. Naziler bunu hiç beğenmez, çöpe atarlar.
Çocuk kalır
Pablo'ya sorarsanız bunlar fevkalade buluşlardır. Hatta "benim arayışlarımdan söz ediyorlar, ben aramam ki... Bulurum" der, bu konuda mütevazı olamaz.
Picasso'ya göre yalınlık esastır, adam bilerek ve isteyerek çocuk kalmaya bakar. Nitekim "sekiz yaşındayken Rubens gibi resim yapabiliyordum; halen sekiz yaşında bir çocuk gibi resim yapabilmeye uğraşıyorum" demekten kaçınmaz.
"Bütün çocuklar sanatçıdır, zor olan büyüyünce de öyle kalabilmektir" diyen Picasso hayatı boyunca tıfıl kalır, büyüdüğünü anlayınca da yaşayamaz.
Deklanşörle raks
Ünlü ressam fotoğrafa çok meraklıdır, zaten mavi ve pembe dönem resimlerini, siyah beyaz fotoğraf mantığı ile yapar. Ancak makine gibi perspektife uymaz.
Bazen
üç fotoğrafı ve altı tabloyu üst üste basar, optik bir titreşim arar.
Picasso şekilleri bilerek ezer, tablosuna adeta "figüratif dipnotlar"
yazar. Tuvalsız fırçasız çalıştığı günlerde kendini objektifin gücüne bırakır.
Kadrajın geometrisiyle hayal ormanında tuzaklar kurar. Lekeler, çizgiler
karmakarışıktır, herkes kafasına göre okur, ki o dahi bunu arzular.
Şimdi bunlarda ne var diyeceksiniz? İnanın Kenan Evren kralını yapar.
Yorulmadan
Öyle ya da böyle Picasso velud bir ressamdır. 13.500 resim, 34 bin kitap resmi, 100 bin baskı, 300 heykel ve birçok seramik üretir, Guinness rekorunu kırar.
Eh, bu arada eserlerinin toplam değeri milyar dolarları aşar.
"Çalıştığımda rahatlıyor ve dinleniyorum. Beni asıl yoran şey hiçbir şey yapmamak ya da gelen anlayışsız misafirleri ağırlamak" diye dert yanar.
"Sanat
nedir" diye soranlara iki kelimeyle cevap verir: Yoğun yaşamak!
Sevgililerinden Françoise Gilot, saatler boyunca, kıpırdamadan çalışan
Picasso'ya sorar "Bu kadar ayakta kalmak sizi yormuyor mu?"
-Hayır. Ben çalışırken bedenimi kapının dışında bırakırım, tıpkı Müslü-manların camiye girmeden ayakkabılarını çıkarması gibi.
Picasso'nun Madoura de Vallauris'deki çömlek atölyesinde Türk ressam Abidin Dino'dan seramik dersleri aldığını biliyoruz, yine Ara Güler'e poz vermekten kaçmaz.
Abidin Dino'ya
"seramik çalışmalarımı pazarda satmak hoşuma gidiyor" der,
"bunları ucuza alıp, altın fiyatına satacak olan uyanıkların mevcudiyetini
bilsem dahi hoşuma gidiyor."
"Halka daha yakın olmak için" seramiğe yönelir ve harcadığı zamana
asla pişman olmaz.
3 ay 300 eskiz
Bir zengin Picasso'dan "horoz resmi" ister. Picasso bu resim için üç ay süre talep eder. Üç ay sonra elinde boş bir kağıtla gelir ve şipşak bir horoz resmi karalar. Adam şaşırır ve kızar:
"Madem bu resmi on saniyede bitirecektin, benden niye 3 ay mühlet istedin?"
Picasso çantasından yüzlerce horoz eskizi çıkarıp önüne atar. "Bu resim 3 aylık bir çalışmanın ürünüdür" der, "terlemeden olmaz!"
40 yıl artı on saniye
Yine lokantada yemek yerken adamın biri gelip tebelleş olur. Şu peçeteye bir şeyler karalayabilir misiniz" diye sorar.
Birkaç kıvrak çizgi. "Buyrun borcunuz şu kadar!"
- Ama bu sadece on saniyenizi aldı.
- Evet ama on saniyede resim yapabilmek de kırk yılımı aldı!..
HUYSUZ İHTİYAR PİCASSO
Picasso usta bir ressam olur ama asla iyi bir baba ve müşfik bir koca olamaz. İlk aşkı Fernande Olivier, aldatılmaya dayanamayıp kapıyı vurunca, Marcelle Humbert'le (Eva) yaşamaya başlar.
İlk resmi eşi Olga Koklova'dan oğlu Paulo doğar. Bu sırada Marie-Theresa Walter'la tanışır ve kırıştırırlar. Theresa, Maya'nın doğum sancılarıyla kıvranırken o bir başka kadınla (Dora Maar'la) düşer kalkar.
Adam 60 küsur yaşındayken kendisinden 40 yaş küçük bir kızcağızı ayartır. Francoise Gilot "gel sana resimlerimi göstereyim" diyen ihtiyar kurdun atölyesine bir girer, yıllarca esaretten kurtulamaz. Nihayet kafasına dank eder de alır veledlerini (Claude ve Paloma'yı) uzaklara kaçar. Genç kadın tanıdığı en despot, en hükmedici, en kaprisli ve en sadakatsiz adamla 10 yıl niye yaşadığını anlayamaz.
Kadın düşmanı
Bakın şu işe ki "kadınlar paspas gibidir" diyen ve paspas gibi kullanan Picasso feministlerin gazabına uğramaz. Dahası 1951 yılında ağzı süt kokan Genevieve Laporte'yi ayartarak büyük bir "ayıp" yapar. Yaşı yetmişi geçen kartoloz okul gazetesi için röportaja gelen, liseli kızcağızı oracıkta kandırıp soyar, "Cariye" adlı tablosuna malzeme yapar. Zavallıyı köleleri arasına katar, ara sıra beğenmediği eskizleri eline sıkıştırır o kadar. Aslında bu saf kızı Fransız Riviera'sındaki evine atmayı çok arzular ama birileri çocuğu uyandırırlar.
O yıllarda Laporte, Picasso'nun eskizlerinin para edebileceğini düşünmez ama 50 yıl sonra meraklısına (1.54 milyon euroya) tokalar.
Picasso
80 yaşındayken Jacqueline'le evlenir, bütün servetini ona bırakır. Lâkin
kadıncağız darbelidir, aldığı travmaları atlatamaz. "Malı mülkü eksik
olsun" deyip, canına kıyar (1986).
Picasso "dolce vita" (tatlı hayat) yaşamasına rağmen, solculuk yapar.
Fransız Komünist Partisi'ne üye olmakla kalmaz, TKP'ye milyonlarca dolarlık resim
bağışlar. Ama bizim yerli yoldaşların burjuvalığı tutar, tabloları yolda
"hiç" eder, parayı aralarında paylaşırlar. Aslında Picasso'nun da
emeğe saygısı yoktur, uşaklarını azarlar, ufak bir kaza yaptı diye emektar
şoförünü kovar. Tersi de terstir hani, kendisine ödül vermek isteyen Lenin'e
"bu yaşımdan sonra nişanı n'apim" der, kötü bozar.
Picasso resimlerine çok bağlıdır, bazen yüzbinlerce dolar ödemeye hazır galeri sahiplerini eli boş yollar. Sevdiği eserleri satınca huzursuz olur, hiç yoktan kendini hırpalar. Parası kıymetlidir cüzdanını zincirle ceketine bağlar. Eşlerine, sevgililerine ve çocuklarına açlıktan ölmeyecek kadar destek çıkar, bazılarına onu da koklatmaz. Mesela on sene kahrını çeken Gilot hayatını kendi kazanır, Picasso'dan tek frank almaz.
Uyanık tilki üç kuruşluk alışverişlerde bile çek kullanır, imzası üzerinde yazan rakamdan fazla ettiği için esnaf çekleri bozdurmaz.
Ressamlar öldükten sonra ünlü olurlar ama o yaşarken de parayı bulur, harcanmakla bitmeyecek bir servet toparlar. "Çok parası olan bir fakir gibi yaşamak istiyorum" der ve dediğini de yapar.
Halbuki
sadece "Pipolu Çocuk" 104 milyon dolara, "Kadın Büstü" adlı
tablo 180 milyon yene (1.3 milyon euro) satılır. Bu para Boğaz'da en kral
villayı alır, yetmedi yatlar, katlar uçaklar...
Picasso kadınlardan nefret eder, fırçasıyla intikam almaya bakar. Sevgililerini
cicim aylarında birebir çizer ama araları bozulunca non figuratif resimlerini
yapmaya başlar. Eciş bücüş karalamalarla sıfatını bozar, görenin ödü kopar.
Sonra kimseye hesap vermez, "ben yaptım oldu" der beğenilip beğenilmemesini umursamaz. Mesela analitik kübizmden yola çıkarak tasarladığı "head of a woman" isimli büstü bi şeye benzemez ama aldırmaz.
Serginin birinde gencin biri sorar "ama bu balığa benzemiyor?" Picasso "o balık değil oolum" der, "resim, resim!"
Alkollüyken eli açılır, resimlerini masa arkadaşlarına dağıtır. İşte böyle bir karambolde tablo kapan bir uyanık, eseri satmaya kalkınca üzerinde imza olmadığını fark eder ve tekrar Picasso'ya koşar. Usta imza koymak yerine "bu sahte" der, topu taca atar. Adam kıvranmaya başlar, "ama nasıl olur? Filanca gün, filancanın yanında, siz, şahsen, bizzat..."
-Ne yani... Bir sürü taklitçi sahte Picasso yapıyor, ben yapamaz mıyım?
Picasso bir ara çerden çöpten malzemelerden "yapıt" çıkarır, palmiye yaprağı, bağ kütüğü, konserve kutusu, testi ve gazoz kapağından uydurduğu keçiyi alçıyla kaplar, bronza döküp nokta koyar. Alın size sanat! İp atlayan küçük kız için, bir sepet, iki eski ayakkabı, bir pasta kalıbı, saçlar için de dalgalı karton uydurdu mu tamam. Boğa başı için bir bisiklet selesi ile paslı gidon yeter de artar.
Meraklısına...
Picasso, resmini kusursuz çizgilerle, usta gölgelerle donatmaya kalkmaz, zira izleyici bunlar olmasa da "varmış gibi" görebilir. Önemli olan ressamın zihninden ne geçtiğidir. İşte bizimki bunu yapar; cisimleri gördüğü gibi değil, "düşündüğü gibi" boyar. Kısacası fikrini çizer, aklına gelen ilk kareden asla caymaz. Belki de onun resimlerini bu yüzden "zeka ürünü" sayarlar.
Gertrud Stein, (has müşterisidir) portresinin yaptırmak için uzun uzun poz verir ama Picasso istediği ifadeyi bir türlü tutturamaz. Gün gelir sinirlenir ve üzerinde aylarca çalıştığı yüzü siler atar. Yerine kimlikten kişilikten uzak, şematik bir maske yapar. Artık Gertrud beğenmek zorundadır "hep ben olarak kalan tek portrem" deyip sinirlerini teskine kalkar. Ne yapalım kendi düşen ağlamaz.
Zaten Picasso "eserlerimi ne denli az anladılarsa" der, "bana o denli hayran oldular. Onlar tablolarımı değil, imzamı satın alıyorlar."
Alıntı: http://www.saatlimaarif.com/detay.asp?ContentID=1794