Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam53
Toplam Ziyaret761887
Norman Rockwell

Bir spor olayı, bir tartışma, zorlu bir çalışma, bir çeşit gevezelik, Norman Rockwell'in işlemiş  olduğu, resimlerine yansıtmış olduğu kimi konular, ancak uyum yıllarında ABD'li polis memurlarının himayesinde okula giden bir kız çocuğunu konu edinen “Hepimizin Yaşadığı Sorun” adlı çalışması, belki de en dikkate değer olanı.

Üretken ve yetenekli bir illüstratör olan Norman Rockwell, 20. yüzyılın ortalarında Amerika'nın en popüler sanatçısıymış ve haftalık The Saturday Evening Post dergisi için üç yüzün üzerinde kapak resmi çizmiş. 

Tarzı abartılı bir gerçekçilik olan Rockwell’in resimleri, gerçek gibi görünen insanlar, sadece bir miktar karikatür içeriyor. Rockwell zamanla, Saturday Evening Post'un okuyucu kitlesinin ilgisini çeken hikayeler ve karakterler konusunda uzmanlaşmış: Beyaz, Orta Sınıf Amerika, Yaramaz Çocuklar, Vızıltılar ve At Kuyruklular, Yakışıklı Kocalar ve Pembe Yanaklı Eşler, Nazik ve Kibar Büyükler, Sevimli Köpekler ve daha niceleri,  kimi zaman belirli bir anın hemen öncesinde, kimi zaman da  hemen sonrasında yakalanmışlar Rockwell’in fırçasına.

Resime konu olan Ruby Bridges, 1954 yılında doğmuş; aynı yıl yüksek mahkeme, aldığı bir kararla, o yıllarda okullarda yapılan ayrımcılığın anayasaya aykırı olduğunu ilan etmiş. Ancak, Ruby Bridges anaokuluna başladığı yıllarda, birçok okul yüksek mahkemenin aldığı karara uymamış. Ruby'nin ebeveynleri, New Orleans'taki okullarda yapılan ayrımcılığa karşı çıkmışlar, fakat bunun bedelini çok ağır ödemişler: Babası işini kaybetmiş, çiftçilikle uğraşan büyükannesi ile büyükbabası topraklarından ayrılmak zorunda kalmış. 

Evli ve dört çocuk annesi olan bayan Bridges Hall, New Orleans'ta, demokratik değerleri; hoşgörüyü, saygıyı ve tüm farklılıkların uyum içinde yaşamalarını teşvik etmek amacıyla, “Ruby Bridges Vakfı”nı kurmuş. Barack Obama, okullarda ayrımcılığa karşı başlatılan mücadelenin 50. yıldönümünde, Norman Rockwell Müzesi’ni Ruby Bridges Hall ile birlikte gezmiş ve o tablonun önüne geldiklerinde: "Eğer siz olmasaydınız, ben bugün başkanlık koltuğunda oturmayabilirdim!” demiş.

Ruby'nin okula yürüyüşü, Amerika’daki iç savaşa kadar uzanan bir tarihin parçası olmuş. Abraham Lincoln'ün özgürlük bildirgesine ve ABD anayasasında köleliği kaldıran bir değişikliğin kabul edilmesine rağmen, Afrika kökenli Amerikalılar hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamamışlar. 1800'lerin sonlarına gelindiğinde ise, güney eyaletlerde yürürlükte olan "Jim Crow Yasaları", siyah tenlilerin kütüphaneler, okullar, toplu taşıma araçları ve yüzme havuzları gibi herkese açık sosyal tesisleri beyaz tenlilerle paylaşmalarını engellemiş..

Bilgi: Bu sütuna aktarılan bilgiler, "The Saturday Evening Post" adlı haftalık bir derginin Internet sayfasından edinilmişlerdir! 

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası

Anasayfadaki yazının devamı....

Don Ruiz bütün aletlerini malzemelerini oğlunun önüne koyar ve bir daha da eline fırça almaz. Dahası Pablo'yu Barselona Sanat Okulu imtihanlarına sokar. Picasso bir aylık ödevi o gün tamamlayıverir, muallimler parmak ısırırlar.

Picasso kısa sürede Barselona'da tanınır ama onun gözü yukarılardadır. Önce Madrit'te bir yer edinmeli sonra Paris'e atlamalıdır.

Madrit yıllarında hastalanan Picasso mecburen Barceleno'ya döner ve ilk şahsi sergisini açar. Burada tanıştığı bir galeri sahibiyle anlaşıp, 150 franka el sıkışırlar. Şimdilik bu para yeter de artar. Ama her şey para değildir, artık taşralılar arasında yaşayamaz. Üstüne titreyen ailesi içini sıkar, babasına bile yabancı gibi bakar. Hem kendine has bir tarz oturtmanın zamanı gelmiştir, "büyük denizde boğul" mantığı ile Paris'e koşar (1904).


 


Adsız sansız bir İspanyol için Paris kolay değildir, Max Jacob adlı bir şair ile aynı odayı paylaşırlar. Tek yatakları vardır, şair gece uyur, gündüz mısra avına çıkar, Pablo gündüz uyur, gece "ha babam de babam" fırça sallar. Max sakarın tekidir, ne yapar yapar, yerdeki tablolara basmayı becerir, ayakkabısının tabanıyla mutlaka imza atar!

 

Picasso bu tablolardan bazılarını yırtar, bazılarını sobada yakar (pahalı bir ısınma yolu)

Mavi mavi masmavi

Peki elinden tutan olmaz mı? Olur.

Mesela Bayan Gertrude Stein ve kardeşi Leo, Picasso'nun yaptığı bütün tabloları, hatta uyduruktan kaydırıktan olanları da satın alır fukaraya omuz çıkarlar. Şimdilerde değer biçilemeyen "kız ve çiçek sepeti"ne tam tamına 30 yeşil dolar sayarlar. Picasso o kadar memnun olur ki anlatılamaz, Promosyon olarak Gertrude teyzesinin portresini yapar.

Yine Ambroise Vollard adlı bir sanat simsarı onda ne bulursa bulur, her eserini almaya bakar.

Bu adam zamanında Van Gogh'un da tablolarını toplamış, yeri gelince meraklısına tokalamıştır.
Picasso ilk Paris günlerinde zincirinden boşanmışçasına yaşar... Sonra-dan görmeler gibi şirazeden çıkar, hatta en yakın arkadaşının nişanlısını ayartacak kadar. Arkadaşı bunu yediremeyip de canına kıyınca büyük bir pişmanlık yaşar. Artık sadece mavi ve tonlarını kullanır, mâlum mavi melankolik ruh halini anlatır ve hüzün kokar. Ölüm, acı, yeis filan...

Migreni tutunca

Ölenle ölünmez derler ya, bu da geçer. Tekrar hayatla barışır ve bu kez pembede karar kılar. Üstelik çizgileri sadeleşir, çocuksu bir tarz yakalar. Mavi, pembe derken kübizm diye bir dümen tutturur ve hayli taraftar toplar.

Efendim bu kübizm denilen şeyi iki kelimeyle anlatırsak: Dağıt, topla!
Şimdi bir adam ya da kadın düşünün bütün uzuvları dağıtır sonra, kafasına göre toplar. İki göz üst üste gelebilir, dudağın içinden kirpikler, kulağın içinden dişler çıkar. Kısacası insanı maymuna çevirir, kafadanbacaklılara nazire yapar.

Onu yakinen tanıyanlar "migreni tutunca görüntü kırılmaları yaşadığını ve bu yüzden kübist portreler yaptığını" fısıldasalar da tablolara para sayanlar "derin bir ilham"dan söz açarlar.
Ev eşyalarında, müzik aletlerinde, natürmortlarda cisimleri parçalayıp, dışa katlar. Adeta içlerini açar, önden, arkadan, yandan gösterir, perspektifi sallamaz. Nesneyi gördüğü gibi değil, "düşündüğü gibi" karalar. Bu tabloların çok açıdan elde edilen görüntülerin birleşimi olduğunu savunur, saflar da inanırlar.

O güne kadar var olan sanat akımlarının hiçbiri "resmin kuralları"na karşı koyamaz. Kübizm gölge derinlik gibi bütün kaideleri yıkar, modern sanatın önünü açar. Zaten Picasso "Soyut sanat yoktur" buyurur, "sanat soyuttur!"

Picasso'dan...

Asla iyi bir iş becerdim, üstelik yarın da pazar deme. Durduğun anda yeniden başla!
Sanatçı, duyguları algılayan anten gibi olmalıdır. Her şeyi söylemem ama her şeyin resmini yaparım.
Ne yapacağını iyi biliyorsan, gidip de onu yapmanın ne anlamı var? Bilmediğini dene, git başka bir iş çıkar.

Anlaşılmaktan daha tehlikeli bir durum mu var? Tek olmadığını sananlar, her zamankinden daha yalnızdırlar.


KÜBİZMİN MİMARI PABLO PİCASSO

Picasso, Paris Mont Martre da "Bateau 'Lavoir" (çamaşır teknesi) adını verdiği atölyesinde çalışırken yazarları, eleştirmenleri de ağırlar, oturup iki lafın belini kırarlar.

Akademisyenler onun tatlı hatırına "kübizmin analitiği" üzerine kafa yorar, "çözümleme dönemi" üzerine kalem oynatırlar. Güya kübist ressam bir figür ya da portrede mekâna bağlı kalmadan ve sadece tonlamalarla üçüncü boyutu yakalar. Derken "kübizmin sentetiği"ni tırmalar, gazete yırtıklarıyla, sigara yanıklarıyla, cam kesikleriyle yapılan abuk çalışmalarla cismin resimle alâkasını koparırlar. Onlara sorarsanız "tam bağımsızlığa" ulaşırlar.

Guernica

1937 yılında Franco, Almanların yardımıyla Guernica kasabasını bombalar. Picasso felaket üzülür, alır eline fırçasını sağa sola parçalanmış organlar yağdırmaya başlar. Haykıran, bağıran, ağlayan kadınlar, mızraklanmış adamlar, kırık kılıçlar, atlar, boğalar, kuşlar, kaçanlar, kovalayanlar, lamba tutanlar...



Vücut oranları abartılıdır ve figürleri üst üste kondurmaktan kaçınmaz. Sadece siyah, beyaz ve gri renkler kullanır, havasız, mekansız, ışıksız bir çalışmayla savaşın umutsuz tarafını yansıtmaya bakar. Kimi bunu "yozlaşmış", kimi ise "anti-sosyal" bulurlar.

Hayır siz yaptınız!

Alman orduları Paris'e girince Gestapo'nun teki gelip sorar: Bunu siz mi yaptınız?
Üstad "hayır siz" der ve golünü atar.

Halbuki şimdi ne çok "Guernica" var. Gazzeler, Felluceler, Bağdatlar...

Yine İspanya iç savaşını anlatan "Ağlayan Kadın" da (1937) katledilenler için gözyaşı döken bir ana vardır. Picasso, teyzenin yüzünü çarpıtır, gözlerini öne, burnunu yana takar. Naziler bunu hiç beğenmez, çöpe atarlar.

Çocuk kalır

Pablo'ya sorarsanız bunlar fevkalade buluşlardır. Hatta "benim arayışlarımdan söz ediyorlar, ben aramam ki... Bulurum" der, bu konuda mütevazı olamaz.

Picasso'ya göre yalınlık esastır, adam bilerek ve isteyerek çocuk kalmaya bakar. Nitekim "sekiz yaşındayken Rubens gibi resim yapabiliyordum; halen sekiz yaşında bir çocuk gibi resim yapabilmeye uğraşıyorum" demekten kaçınmaz.

"Bütün çocuklar sanatçıdır, zor olan büyüyünce de öyle kalabilmektir" diyen Picasso hayatı boyunca tıfıl kalır, büyüdüğünü anlayınca da yaşayamaz.

Deklanşörle raks

Ünlü ressam fotoğrafa çok meraklıdır, zaten mavi ve pembe dönem resimlerini, siyah beyaz fotoğraf mantığı ile yapar. Ancak makine gibi perspektife uymaz.

Bazen üç fotoğrafı ve altı tabloyu üst üste basar, optik bir titreşim arar.
Picasso şekilleri bilerek ezer, tablosuna adeta "figüratif dipnotlar" yazar. Tuvalsız fırçasız çalıştığı günlerde kendini objektifin gücüne bırakır. Kadrajın geometrisiyle hayal ormanında tuzaklar kurar. Lekeler, çizgiler karmakarışıktır, herkes kafasına göre okur, ki o dahi bunu arzular.
Şimdi bunlarda ne var diyeceksiniz? İnanın Kenan Evren kralını yapar.

Yorulmadan

Öyle ya da böyle Picasso velud bir ressamdır. 13.500 resim, 34 bin kitap resmi, 100 bin baskı, 300 heykel ve birçok seramik üretir, Guinness rekorunu kırar.

Eh, bu arada eserlerinin toplam değeri milyar dolarları aşar.

"Çalıştığımda rahatlıyor ve dinleniyorum. Beni asıl yoran şey hiçbir şey yapmamak ya da gelen anlayışsız misafirleri ağırlamak" diye dert yanar.

"Sanat nedir" diye soranlara iki kelimeyle cevap verir: Yoğun yaşamak!
Sevgililerinden Françoise Gilot, saatler boyunca, kıpırdamadan çalışan Picasso'ya sorar "Bu kadar ayakta kalmak sizi yormuyor mu?"

-Hayır. Ben çalışırken bedenimi kapının dışında bırakırım, tıpkı Müslü-manların camiye girmeden ayakkabılarını çıkarması gibi.

Picasso'nun Madoura de Vallauris'deki çömlek atölyesinde Türk ressam Abidin Dino'dan seramik dersleri aldığını biliyoruz, yine Ara Güler'e poz vermekten kaçmaz.

Abidin Dino'ya "seramik çalışmalarımı pazarda satmak hoşuma gidiyor" der, "bunları ucuza alıp, altın fiyatına satacak olan uyanıkların mevcudiyetini bilsem dahi hoşuma gidiyor."
"Halka daha yakın olmak için" seramiğe yönelir ve harcadığı zamana asla pişman olmaz.

3 ay 300 eskiz

Bir zengin Picasso'dan "horoz resmi" ister. Picasso bu resim için üç ay süre talep eder. Üç ay sonra elinde boş bir kağıtla gelir ve şipşak bir horoz resmi karalar. Adam şaşırır ve kızar:

"Madem bu resmi on saniyede bitirecektin, benden niye 3 ay mühlet istedin?"

Picasso çantasından yüzlerce horoz eskizi çıkarıp önüne atar. "Bu resim 3 aylık bir çalışmanın ürünüdür" der, "terlemeden olmaz!"

40 yıl artı on saniye

Yine lokantada yemek yerken adamın biri gelip tebelleş olur. Şu peçeteye bir şeyler karalayabilir misiniz" diye sorar.

Birkaç kıvrak çizgi. "Buyrun borcunuz şu kadar!"

- Ama bu sadece on saniyenizi aldı.

- Evet ama on saniyede resim yapabilmek de kırk yılımı aldı!..

HUYSUZ İHTİYAR PİCASSO

Picasso usta bir ressam olur ama asla iyi bir baba ve müşfik bir koca olamaz. İlk aşkı Fernande Olivier, aldatılmaya dayanamayıp kapıyı vurunca, Marcelle Humbert'le (Eva) yaşamaya başlar.

İlk resmi eşi Olga Koklova'dan oğlu Paulo doğar. Bu sırada Marie-Theresa Walter'la tanışır ve kırıştırırlar. Theresa, Maya'nın doğum sancılarıyla kıvranırken o bir başka kadınla (Dora Maar'la) düşer kalkar.

Adam 60 küsur yaşındayken kendisinden 40 yaş küçük bir kızcağızı ayartır. Francoise Gilot "gel sana resimlerimi göstereyim" diyen ihtiyar kurdun atölyesine bir girer, yıllarca esaretten kurtulamaz. Nihayet kafasına dank eder de alır veledlerini (Claude ve Paloma'yı) uzaklara kaçar. Genç kadın tanıdığı en despot, en hükmedici, en kaprisli ve en sadakatsiz adamla 10 yıl niye yaşadığını anlayamaz.

Kadın düşmanı

Bakın şu işe ki "kadınlar paspas gibidir" diyen ve paspas gibi kullanan Picasso feministlerin gazabına uğramaz. Dahası 1951 yılında ağzı süt kokan Genevieve Laporte'yi ayartarak büyük bir "ayıp" yapar. Yaşı yetmişi geçen kartoloz okul gazetesi için röportaja gelen, liseli kızcağızı oracıkta kandırıp soyar, "Cariye" adlı tablosuna malzeme yapar. Zavallıyı köleleri arasına katar, ara sıra beğenmediği eskizleri eline sıkıştırır o kadar. Aslında bu saf kızı Fransız Riviera'sındaki evine atmayı çok arzular ama birileri çocuğu uyandırırlar.

O yıllarda Laporte, Picasso'nun eskizlerinin para edebileceğini düşünmez ama 50 yıl sonra meraklısına (1.54 milyon euroya) tokalar.

Picasso 80 yaşındayken Jacqueline'le evlenir, bütün servetini ona bırakır. Lâkin kadıncağız darbelidir, aldığı travmaları atlatamaz. "Malı mülkü eksik olsun" deyip, canına kıyar (1986).
Picasso "dolce vita" (tatlı hayat) yaşamasına rağmen, solculuk yapar. Fransız Komünist Partisi'ne üye olmakla kalmaz, TKP'ye milyonlarca dolarlık resim bağışlar. Ama bizim yerli yoldaşların burjuvalığı tutar, tabloları yolda "hiç" eder, parayı aralarında paylaşırlar. Aslında Picasso'nun da emeğe saygısı yoktur, uşaklarını azarlar, ufak bir kaza yaptı diye emektar şoförünü kovar. Tersi de terstir hani, kendisine ödül vermek isteyen Lenin'e "bu yaşımdan sonra nişanı n'apim" der, kötü bozar.

Picasso resimlerine çok bağlıdır, bazen yüzbinlerce dolar ödemeye hazır galeri sahiplerini eli boş yollar. Sevdiği eserleri satınca huzursuz olur, hiç yoktan kendini hırpalar. Parası kıymetlidir cüzdanını zincirle ceketine bağlar. Eşlerine, sevgililerine ve çocuklarına açlıktan ölmeyecek kadar destek çıkar, bazılarına onu da koklatmaz. Mesela on sene kahrını çeken Gilot hayatını kendi kazanır, Picasso'dan tek frank almaz.

Uyanık tilki üç kuruşluk alışverişlerde bile çek kullanır, imzası üzerinde yazan rakamdan fazla ettiği için esnaf çekleri bozdurmaz.

Ressamlar öldükten sonra ünlü olurlar ama o yaşarken de parayı bulur, harcanmakla bitmeyecek bir servet toparlar. "Çok parası olan bir fakir gibi yaşamak istiyorum" der ve dediğini de yapar.

Halbuki sadece "Pipolu Çocuk" 104 milyon dolara, "Kadın Büstü" adlı tablo 180 milyon yene (1.3 milyon euro) satılır. Bu para Boğaz'da en kral villayı alır, yetmedi yatlar, katlar uçaklar...
Picasso kadınlardan nefret eder, fırçasıyla intikam almaya bakar. Sevgililerini cicim aylarında birebir çizer ama araları bozulunca non figuratif resimlerini yapmaya başlar. Eciş bücüş karalamalarla sıfatını bozar, görenin ödü kopar.

Sonra kimseye hesap vermez, "ben yaptım oldu" der beğenilip beğenilmemesini umursamaz. Mesela analitik kübizmden yola çıkarak tasarladığı "head of a woman" isimli büstü bi şeye benzemez ama aldırmaz.

Serginin birinde gencin biri sorar "ama bu balığa benzemiyor?" Picasso "o balık değil oolum" der, "resim, resim!"

Alkollüyken eli açılır, resimlerini masa arkadaşlarına dağıtır. İşte böyle bir karambolde tablo kapan bir uyanık, eseri satmaya kalkınca üzerinde imza olmadığını fark eder ve tekrar Picasso'ya koşar. Usta imza koymak yerine "bu sahte" der, topu taca atar. Adam kıvranmaya başlar, "ama nasıl olur? Filanca gün, filancanın yanında, siz, şahsen, bizzat..."

-Ne yani... Bir sürü taklitçi sahte Picasso yapıyor, ben yapamaz mıyım?

Picasso bir ara çerden çöpten malzemelerden "yapıt" çıkarır, palmiye yaprağı, bağ kütüğü, konserve kutusu, testi ve gazoz kapağından uydurduğu keçiyi alçıyla kaplar, bronza döküp nokta koyar. Alın size sanat! İp atlayan küçük kız için, bir sepet, iki eski ayakkabı, bir pasta kalıbı, saçlar için de dalgalı karton uydurdu mu tamam. Boğa başı için bir bisiklet selesi ile paslı gidon yeter de artar.

Meraklısına...

Picasso, resmini kusursuz çizgilerle, usta gölgelerle donatmaya kalkmaz, zira izleyici bunlar olmasa da "varmış gibi" görebilir. Önemli olan ressamın zihninden ne geçtiğidir. İşte bizimki bunu yapar; cisimleri gördüğü gibi değil, "düşündüğü gibi" boyar. Kısacası fikrini çizer, aklına gelen ilk kareden asla caymaz. Belki de onun resimlerini bu yüzden "zeka ürünü" sayarlar.

Gertrud Stein, (has müşterisidir) portresinin yaptırmak için uzun uzun poz verir ama Picasso istediği ifadeyi bir türlü tutturamaz. Gün gelir sinirlenir ve üzerinde aylarca çalıştığı yüzü siler atar. Yerine kimlikten kişilikten uzak, şematik bir maske yapar. Artık Gertrud beğenmek zorundadır "hep ben olarak kalan tek portrem" deyip sinirlerini teskine kalkar. Ne yapalım kendi düşen ağlamaz.

Zaten Picasso "eserlerimi ne denli az anladılarsa" der, "bana o denli hayran oldular. Onlar tablolarımı değil, imzamı satın alıyorlar."

Alıntı: http://www.saatlimaarif.com/detay.asp?ContentID=1794


 

 




0 Yorum - Yorum Yaz
Teyyareler Köye İndi


Hüseyin Seyfi

Unutulmaya yüz tutmuş konuları, berrak bir dille yazıya yansıtarak, Internet ortamında manşetleştiren öğretmen Hüseyin Seyfi'ye çok teşekkür ederiz!
kosektas.net

Köyde kiremitli derme çatma üç binadan biri okul, biri sağlık- ebe evi, buna, köylü ‘ebe damı’ diyordu. Diğer kiremitli ev ise askerlik görevini yaparken gözlerini kaybeden Omar Emmi’ye devlet tarafından yaptırılmıştı. Bunlara bir de çinko kubbeli camiyi sayarsak biraz modern görünümlü dört bina. Bu modern görünümlü dört binadan dolayı köye iki uçak indiğine tanık olmuştuk.

Islak bir mart ayında dört kızdan sonra Doyduk Teyze’nin üçüz doğurduğu seneydi. Mahallede yedi sekiz yaşlarında birkaç çocuk bebekleri merak edip, Doyduk Teyze’nin evine bebekleri görmeye gitmiştik.

Bebeklere sevgi ile bakarken dışarda şiddetli bir gürültü işittik. Ara sıra köye gelen motorlu araçların gürültüsüne koşan biz çocuklar, bebekleri beşiklerinde bırakıp dışarı fırladık. Toprak evlerin tepeleri bir anda insanlarla dolmuştu. Gökyüzünde iki uçak alçaktan uçuyor köy üzerinde sanki şov yapıyordu.

İnsanlar uçaklara el sallıyor, şapkası olan yetişkin erkekler şapkalarını ellerine almışlar uçakları selamlıyorlardı. Bir iki kişi de bayrak gösteriyordu. Uçaklar gökyüzünde üç beş kilometre kadar uzaklaşıyor, tam ayrılacaklar sanıldığı anda geri dönüyorlar alçaktan köy üzerinde uçuyorlardı. Sonunda bu kadar kalabalığın merakını ve selamlayışını kıramadı uçaklar ve arka arkaya iki kuş gibi harman yerine indiler. O zamana kadar değil uçak, doğru dürüst makinalı araç bile görememiş çocuklar ve köylüler karşıya, harman yerine hücum ettiler. Uçaktan birer pilot inerek köylüleri, köylüler de onları karşıladı.

Çok geçmeden uçakların iniş nedenleri anlaşılmıştı. Köyü Hacıbektaş sanmışlar geçerken Hacıbektaş Veli Türbesini ziyaret etmek istemişlerdi. Ebe evinin iki bayrağı sağlık ocağı, caminin minaresiz kubbesi Hacıbektaş Veli Türbesi görüntüsü vermiş pilotlar köye inmişlerdi. Taşıt olarak sadece at arabalarının kullanıldığı bir zamanda, tüm köylü ilk ve son kez köye inen tayyare görmüşlerdi.

Hüseyin Seyfi


Gerçekte bu bahçe eteğinde çiçeği olan herkese açıktır. Çiçeği bu bahçeye dikmek için; çiçeğin sağlam, sağlıklı ve kaliteli olması, çiçeğin güzel kokması gerekmektedir.

Hem bir bütün olarak hepimizin, hem de ayrı ayrı her birimizin olan bu bahçeyi çiçeklerinizden mahrum bırakmayın! kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası