Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam19
Toplam Ziyaret809744
İskenderiyeli Hypatia

 Aydınlıkla Karanlık Arasında

Agora, bilim ve felsefenin dünyayı ne denli ileriye taşıdığını, dinin, din çatışmalarının dünyayı ne denli geriye, karanlığa götürdüğünü kanıtlıyor.

Agora

M.S. 4. yüzyılda ölüm, korku, yıkım, din çatışmalarının dorukta olduğu bir zamanda bilim ve felsefeyle uğraşan fizikçi Hypatia’nın savaşımı etkileyici bir anlatımla karşımızda. 

Alejandro Amenábar’la Mateo Gil’in özgün senaryosundan yola çıkılan tarihi dram, M.S. 391’de Roma İmparatorluğu çökerken Mısır eyaletindeki İskenderiye Feneri ve dünyanın en büyük kitaplığı İskenderiye Kitaplığı parlak değerli durumunu sürdürüyordu. Kitaplık hem kültürü hem de dini simgeliyordu.

Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olan İskenderiye’de İskenderiye Müzesi’nin yöneticisi Theon’un kızı filozof, astronom, fizikçi Hypatia öğrencilerine Platon’un öğretilerini aktarır. İmparatorluk ikiye bölününce Parabolani keşişleri Hristiyanların ahlak polisi  olurlar. Dini ve sosyal kargaşa gittikçe yoğunlaşmaya başlar, Hypatia Antik Dünya’nın  bilgeliğini korumak amacıyla büyük savaşım verir.

Hristiyanlar Yahudi mahallesini basarlar, Yahudiler İskenderiye’den sürülürler. Felsefeye ve bilime inandığını açıklayan Hypatia dinsizlik, büyücülük ve cadılıkla suçlanır. Sürgünlerin, din çatışmalarının, önyargının sürdüğü bir dönemde felsefeye ve bilime inanan yürekli bir bilim kadınının çarpıcı öyküsü günümüz gerçekleriylede birebir örtüşüyor.

İskenderiye kentini yeniden yaratırken yönetmen Amenabar, On Emir (1956),  Ben-Hur (1959), Firavun (1966) filmlerinden yararlanmış. Yedi Goya ödüllü, 2009 Cannes  Film Festivali’nin açılış filmi bilim ve felsefenin dünyayı ne denli ileriye taşıdığını, dinin, din çatışmalarının dünyayı ne denli geriye, karanlığa götürdüğünü kanıtlıyor.

Agora

Yönetmen: Alejandro Amenábar

Oyuncular: Rachel Weisz, Max Minghella, Oscar Isaac, Michael Lonsdale, Rupert Evans, Ashraf Barhom, Sami Samir/ 121 dakika, As Sanat.

İsteyenler buraya tıklayarak Agora filmini izleyebilirler.

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası


KÖŞEKTAŞ SÖYLENCESİ

Lütfullah Çetin


Köşektaş Köyü, bulunduğu coğrafi konum itibarıyla; vaktiyle ortasından şırıl şırıl pınarların aktığı söylenen bir bölgenin hemen tepebaşındadır. Ancak bölgenin günümüzdeki doğal bitki örtüsü tamamen bozkır görünümündedir. Bu bozkır görünümünün, vaktiyle bölgede geniş yer kaplayan ormanların yok olmasıyla oluştuğu anlatılır. Günümüzde bölge, Türkiye’nin orman açısından en yoksul bölgelerindendir. Ağaçlıklara ancak bölgeyi kuşatan alçak tepelerin alt kesimlerinde ve su boylarında rastlanır.

Eskiçağlarda taşımacılık, yük hayvanlarıyla yapıldığından, hem çok yavaş, hem çok pahalı, hem çok güç hem de çok tehlikeli bir işmiş. Her babayiğidin yapabileceği bir iş olmayan taşımacılık, bölge koşullarına en iyi şekilde uyum sağlamış hayvanlarla, korkusuz ve cesaretli insanlar tarafından yapılırmış.

Köşektaş’ta yıllardır anlatılagelen bir söylenceye göre, su ve yeşil zengini  Köşektaş’a yakın bu bölge, develeriyle taşımacılık yapan kimselere, tüccarlara, konaklama ve dinlenme bakımından, çok cazip gelirmiş.

Günlerden bir gün bir tüccar yüklü deve kervanıyla yola çıkmış. Epey bir yol aldıktan sonra Köşektaş’ın altbaşındaki pınarlı ve bol sulu alana varmış. Develeri de, kendisi de aç, susuz, yorgun ve uykusuzmuş. Develeri yemledikten ve suladıktan sonra, kendisi de yemek yemiş, su içmiş, namaz kılmış ve uykuya yatmış. Biraz uyuduktan sonra kalkmış. Yeni ve uzun bir yolculuğa çıkacağı için develerin yem ve su tedarikini yeniden yapmış. Tam hareket edeceği sırada, bir deve ile yavrusunun kervan içerisinde olmadıklarını farketmiş. Zaman kaybetmeden aramaya koyulmuş. Dağ dememiş, taş dememiş, aramış ama bulamamış. Sanki yer yarılmış, deve ile yavrusu içine girmiş. Tüccar, kayıp deve ile yavrusundan umudunu kesmiş olacak ki, hemen oracıkta diz çökmüş ve Tanrı’ya el açmış; kervanı terkeden deve ile yavrusunun bulundukları yerde ‘taş’a dönüştürülmelerini dilemiş. Tüccar’ın bu dileği Tanrı katında kabul görmüş olmalı ki, deve ile yavrusu bulundukları yerde taş oluvermişler.


Bilgi: Yıllardır anlatılagelen ve herkes tarafından bilinen bu söylence Lütfullah Çetin tarafından yazıya yansıtılmıştır.


Ramazan Çelik’in yıllardır anlatılagelen Köşektaş Adı ve Köşektaş Kayası ile ilgili söylencelerden etkilenerek yazmış olduğu uyaklı kafiyeli iki dörtlük:


Kervan konaklamış, salmış deveyi,
Karış karış adımlamış ovayı,
Bulamamış köşek ile deveyi,
Çaresizlik el açtırmış yolcuya;

Taş olup kalmış köşek ile deve,
Anlatılır durur dilden dile,
Aşık Ramazan'a kulak ver hele,
İhtişamı ile adın Köşektaş.


Kervan: Bir yerden bir yere yolcu ve ticaret eşyası taşıyan yük hayvanı katarı.
Tüccar: Ticaret yapan, ticaretle uğraşan kimse; tacir.
Söylence: Hayali hikaye.
Köşek: Deve yavrusu.
İhtişam: Görkemli, gösterişlilik, gözalıcılık, büyüklük.


Yukarıdaki iki dörtlükten oluşan tekerlemeyi sitemize gönderen sayın Ramazan Çelik'e çok teşekkür ediyoruz! kosektas.net


 


0 Yorum - Yorum Yaz
Şiir Tanıtım Köşesi


Resim sanatçısı Özgür Yalım tarafından çizilmiş olan "Yaşamın Katli" isimli bu başyapıt resim severleri, insan doğasının karanlık yönleri üzerinde düşünmeye teşvik eder!
kosektas.net

Ateş ve Buz
Robert Frost

"Kimi der, dünya ateşle son bulacak
Kimi - buzdağına dönecek.
Arzuyu tattığım kadar,
Aklım ateşten yana olanlara kanar.
Ama iki kez son bulacaksa eğer,
Nefret hakkında yeterince bilgim var
Donarak batmak daha görkemli olacak,
Nefret ancak böyle son bulacak."

"Ateş ve Buz", XX. yüzyılın en ünlü Amerikan şairlerinden biri olan "Robert Frost"un bir şiiridir. 1920'de yayınlanan bu kısa ama etkileyici şiir arzu, nefret ve onlarla birlikte insanların yok oluş temalarını işliyor. "Robert Frost", son derece canlı ve özlü bir dil kullanarak dünyanın sonuna dair düşündürücü bir bakış açısı sunuyor.

Şiirin aslı dokuz dizeden oluşuyor, yani az kelimeyle çok şey söylüyor. İlk iki satırda "Robert Frost", "arzu" ve "nefret" kavramlarını dünyanın sonunun potansiyel nedenleri olarak düşünüyor. Ateşi, insanlığı yutabilecek tutkulu ve tüketen bir  istenç olan arzuyu temsil eden bir güç olarak sunuyor. Tersine, buzun insanlığı dondurup kontrol edebilecek soğuk ve yıkıcı bir duygu olan nefreti simgelediğini tasvir ediyor.

"Robert Frost", bu iki yıkıcı gücün potansiyel sonuçlarını tartışıyor. Ateşin yıkıcı gücünün hızlı ve hararetli bir yok oluşa yol açabileceğini, burada arzu yoğunluğunun teşvik görevi gördüğünü öne sürüyor. Öte yandan buzun kademeli ve amansız tahribatı, nefretin derin ve her şeyi tüketen doğasını temsil ediyor.

Son satırda "Robert Frost", gözlemlerini yansıtıyor ve hem ateşin hem de buzun dünyayı yok etme kapasitesine sahip olmasına rağmen, ateşle ilişkilendirilen arzunun daha tehlikeli olabileceğine ve muhtemelen yıkımın nedeni olabileceğine inandığını ifade ediyor.

Genel olarak, "Ateş ve Buz" insanlığın kendi kendini yok etme potansiyeline dair karanlık ve karamsar bir bakış açısı sergiliyor ve okuyucuları arzunun ve nefretin doğası ve bunların sonuçları hakkında düşünmeye bırakıyor.

"Ateş ve Buz" kısa ve açık bir dil kullanarak derin insani duyguları derinlemesine inceleyen, çok beğenilen bir şiir. "Robert Frost"un "arzu" ve "nefreti" temsil etmek için temel imgeleri ("ateş" ve "buz") kullanması şiire bir evrensellik duygusu getirerek okuyucuların kendi deneyimleriyle kişisel bağlantılar kurmasına olanak tanıyor.

Şiirin kısalığı da etkisini artırıyor. "Robert Frost", sadece dokuz satırda insanlığın potansiyel yıkımını özetliyor ve okuyucular üzerinde kalıcı bir izlenim bırakıyor. Şiirin özlü yapısı duygusal yoğunluğunu arttırıyor, çünkü her kelime anlam taşıyor ve genel temaya ve mesaja katkıda bulunuyor.

Üstelik ateş ve buzun yıkıcı güçleri arasındaki karşıtlık, okuyucuları arzu ve nefretle kendi deneyimleri üzerinde düşünmeye sevk ediyor. "Robert Frost"un bu duyguları keşfetmesi, kontrolsüz tutku ve kalıcı düşmanlığın tehlikelerine karşı bir uyarı görevi görüyor.

Dahası, "Robert Frost"un "Ama iki kez yok olacaksa eğer l Nefret hakkında yeterince bilgim var l Donarak batmak daha görkemli olacak l Nefret ancak böyle son bulacak" şeklindeki son cümlesinin muğlak doğası, daha derin bir yoruma davet ediyor. Bu, "Robert Frost"un hem arzunun hem de nefretin dünyayı yok etme potansiyeline sahip olduğunu düşündüğünü, ancak nefretin yıkıcı gücünü kabul edecek kadar iyi anladığını gösteriyor.

“Ateş ve Buz", az sözle çok şey anlatması, arzu ile nefretin derinlemesine araştırılması, okuyucuları insan doğasının karanlık yönleri üzerinde düşünmeye teşvik etmesi bakımından, güçlü ve düşündürücü bir şiir.

Kaynak: Literature English

kosektas.net, Köşektaş Köyü Bilgisunum Sayfası