Adem Güneş - Kâzım Yalım - 1970'li yıllar, Ankara |
KÖŞEKTAŞ’TAN PORTRELER I |
Yazan ve Sunan Dr. Salim Çelebi
Bu yazının, güler yüzlü, aydınlık kimlikli, çok yönlü, çok hünerli öğretmenimiz Kãzım Yalım henüz hayatta iken kaleme alınmış olması oldukça sevindirici.
Bu yüzden Köşektaşlı Dr. Salim Çelebi'ye, bu anlamlı çalışması için ne kadar teşekkür etsek azdır! "Köşektaş'tan Portreler" adlı çalışmasının devamını sabırsızlıkla ve merakla bekliyoruz.
kosektas.net
İlkokul öğretmenlerim Yahya Doğan ve Fethi Çelebiydi.
Öz be öz
amcamın oğludur Fethi Öğretmen.
Değer
yargılarımız ve saygı anlayışımız farklıydı o yıllarda. Çekinir, korkardık
öğretmenlerimizden ve haddimize bile düşmezdi en ufak bir saygısızlık. Bu
nedenle, ben tüm öğretmenlerime olduğu gibi Fethi Öğretmenime de hep resmî
davranmışımdır.
Gerek
öğrenciliğimde ve gerekse sonraki yaşamımdaki ilişkilerimiz, “amcamın oğlu”
olarak değil de “öğretmen-öğrenci ilişkileri olarak sürmüştür.
Çok
şeyler öğrenmişimdir Fethi Öğretmenimden; rahmetle ve saygıyla anıyorum.
Kâzım
Öğretmen de akrabamdır ve halamın oğludur. Benim öğretmenim olmadığı için,
ilişkilerimiz resmî değil daha bir samimi olmuştur hep.
Her
şeyden önce Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunuydu.
(Köye son
gidişimde Ade Bacıyla (Çelebi) konuştum: Köylü çocukların, Köy Enstitüsüne
yönlendirilmesiyle görevli yetkililer köye gelip onu da götürmek istemişler,
fakat babası; “Ben kızımdan ayrılamam!” diyerek tüm baskılara rağmen
göndermemiş: Hayıflanıyordu.)
Kadife
gibi bir sesi vardı ve çok iyi ut çalardı Kâzım Ağabey: Köy Enstitüsü mezunu
olmanın ayrıcalığı olsa gerek!
Geçenlerde,
bana gönderilen; köy enstitüleriyle ilgili bir çalışmada gördüm adını ve
heyecanlandım.
Ben
çocukken, babamın ricasını kıramaz ve uduyla bizim eve gelir ve başka
gelenlerle birlikte zevkle dinlerdik doyumsuz sesini.
Ut, Kâzım
Ağabeyin maharetli parmaklarıyla; enstrüman olmasının mutluluğunu yaşardı.
Kütüphanesi zengindi ve sayılamayacak
kadar çok yerli ve yabancı yazarların kitapları vardı.
Ben,
ortaokul ve lise öğrenciliği yıllarımda okudğum tüm kitapları Kâzım Ağabeye
borçluyum.
Okumam
gereken kitapları tek tek seçerek verirdi. Kendisi evde yoksa, Leyla Yenge
(Yalım) kütüphaneden kitap almama müsaade ederdi.
Tolstoy’u,
Balzac’ı, Dostoyveskiyi, Andre Gide’i, Fakir Baykurt’u,Yaşar Kemal’i... onun
sayesinde tanıdım.
Okuduğum;
İnce Memet, Yaban, Suç ve Ceza, Vadideki Zambak, Türkiyenin Düzeni, Onuncu
Köy...gibi kitaplar onun kütüphanesinden aldığım kitaplardır.
Nazım
Hikmet şiirlerini ilk kez Kâzım Ağabeyimizden duymuştum.
Üniversite
öğrenciliği yıllarımda, yaz tatili köye geldiğimde; ben ve benim gibi gelen
diğer tüm arkadaşlar bir araya gelir, tartışır ve sohbet ederdik Kâzım
Ağabeyimizle.
68’li
yıllardı...
1961
Anayasasının getirmiş olduğu özgürlük ortamında, “Ortanın Solunun” yeni yeni
dillendirilmeye başladığı yıllar...
“Sömürü,”
işci sınıfı,” “kapitalizm,” “emek,” “sermaye” gibi kavramların tartışılmaya
başlandığı yıllar...
Bizler,
öğrenmeye çalışıyorduk; yönümüzü bulmaya çalışıyorduk yani.
Eğilip
bükülebilen fidan gibiydik, her yöne bükülüp şekillendirilebilirdik.
Duygusaldık
da üstelik!
Ama,
gerçekçi ve akılcı düşünüldüğünde; canlı bir örnek vardı karşımızda: Doğup
büyüdüğümüz köyümüz, Köşektaşımız ve rehberimiz Kâzım Yalım.
Bütün bir
yıl çalışıp da emeklerinin karşılığını alamayan köylülerimiz...
Ulu önder
Atatürk’ün, “Türk Milletinin hakiki efendisi köylüdür.” sözüne rağmen,
sömürülen
ve şehirlerde horlanan köylülerimiz...
O
dönemdeki toplumsal tüm temel çelişkileri Kâzım Ağabeyimizden öğrendik bizler.
Adnan’la,
öğrencilik yıllarında iki kez görüşebilmiştik İstanbul’da. Bir keresinde
evimize gelmişti ve kızımın kara kalem portresini yapmıştı, hâlâ da durur.
Bir
keresinde de Akademideki atölyesinde ben ziyaret etmiştim. Başarılarıyla gurur duyuyor,
mutlu oluyoruz.
İyi ki
vardın ve varsın: Sana minnettarım, sağ olasın Kâzım Ağabey.
Aklımda
kaldığı kadarıyla, 1960’lı yıllarda, Kâzım Ağabeyin bize sorduğu bir bilmece –
bulmaca vardı. Ben de sevgili okuyucularımıza soruyorum:
“Tebeşir
temiz midir
Leblebi
leziz midir?
Vizenin
samanı
Yoncadan
semiz midir?”
Ve yine aklımda kaldığı kadarıyla, Kâzım Ağabey; “Bale, nişane, mesnede, tajder.” derdi. Ne anlama geldiğini bilmiyorum. Sevgili Lütfullah, bunların yanıtlarını Kâzım Ağabeyden öğrenip açıklarsa sevinirim.
Dr. Salim Çelebi